Bağlılıklarımı düşünüyorum. Hayatta bazı şeylere neden sorusunu sordunuz mu cevap alamazsınız. Boyumdan büyük laflar ediyormuşum gibi duruyor, biliyorum. Ama edeceğim. Sükunetim bana bir şey kazandırmayacak buralarda. Neden diye sorarsınız, cevap alamazsınız. Birazcık özensizlik tüketir insanı. Değersizlik çürütür. Hele de emin olamamak, geçmiş olsun.
Her cevap soru işaretinden daha iyidir derler, sanırım henüz aksini yaşamadım. Ne olacaksa olsun dedirten, ben nasıl böyle sorular sorar oldumun kölesi kılan saçma sapan vakitler. Ben de şimdi saçma sapan cümleler kuruyorum. Fakat değişmeyen bir şey var ki hâlâ kısa cümleler kuramıyorum ve hâlâ bazı düzeltme işaretlerinden vazgeçemiyorum.
Sen kimsin? Hayır, sahiden. Artistik bir yazar çıkışı yapmıyorum öyle okuruna seslenip. Zaten ben de yazar değilim. Ben yazar olmadığıma göre sen de okur değilsin, üzgünüm. Sahiden sen kimsin? Günün bu saatinde benim gecenin ikisinde içim sıkıldığı için klavye başına oturup aklıma düşenleri döktüğüm yazı bozuntusunu okumaktansa yapacak daha iyi bir işin yok mu? Cevap hayır ise gel devam edelim. Evet ise seni egonla baş başa bırakıyorum. Sinir bozucuyum değil mi? Bence de ama zaten muhtemelen artık sen gittin ve seninle devam ediyoruz yola.
Hadi bana bir anlat gözünü seveyim, madem benimle kaldın, benim de sana sorularım var. Kendini mantıksız bulduğun oluyor mu? Peki ya mantıksız bulmana rağmen aynı şeyleri aptalca tekrar ettiğin? Önyargılı soruyormuşum gibi duruyor ama şu ana kadar anlamışsındır ki hem sinir bozucuyum hem de sözüme güven olmaz. Bolca da ayıp ediyorum şu hayatta. O yüzden bildiğin doğrularla yanıtla. Bilmiyorsan da bilmiyorum de. Gerçi bizim buralarda yalan söyleyeni değil bilmiyorum diyeni kovuyorlar bizim köyden. Dokuzuna gücümüz yetmiyor.
Fırtına var sanırım dışarıda. Camlar zorlanıyor, kırılmaz değil mi? Yok, bu cevap beklediğim bir soru değildi, kendimi sakinleştiriyorum sadece. Zaten gerilmene gerek yok, sen ve ben aynı yerde değiliz şimdi. Olsak bilirdim, henüz o kadar delirmedim. Evet bazen ben de korkuyorum yalnızlıktan. Eskiden "yalnız, yalın-ız, yalın kelimesi bunca sevilirken nedir derdiniz bir ünlü düşmesiyle?" gibi yine boyumdan büyük cümleler kurardım. Bakma belki bundan iki satır sonra da kurarım, bilmiyorum. En nihayetinde edebiyat yapmaya çalışıyoruz, öyle değil mi?
Değil. Aslında ben edebiyat yapmak için oturmadım bilgisayarın başına. Çok daha faydalı işler yapmak istedim. Edebiyatçılar alınmasınlar, ama ben kendimde bir faydasını göremedim. Sadece kafamın içindeki sesleri daha da uyandırıyor, bu da benim canımı sıkıyor. Tüm hafta o seslerle ben uğraşmak zorunda kalıyorum.
Ne anlattım bilmiyorum? Sen hâlâ benimle misin?
Peki, madem sen de gittin. Artık sakınacak sözüm kalmadı, zaten bilmiyorum evvelinde var mıydı? Yorulmaya, alınmaya, gücenmeye, kırılmaya, üzülmeye, kızmaya müsaade edin. Bunlar müsaade edilmedikçe kendilerine yol bulan, sizi içten içe kemiren, o emin olamama duygusu, ben böyle biri miydim sorusu, nasıl kendime çeki düzen vermeliyim saçmalığı kadar kuvvetlidir, lanetlidir.
Ne anlıyorlar bu içkiden anlamıyorum, sadece yüzümü ekşitiyor, içimi yakıyor. Dışarıda deli bir yağmur var, saat ilerledikçe uykum kaçıyor yine. Zaten tek başıma olduğum vakitlerde günü ışıtmadan yatağa gitme huyum olmadı hiç. Yapacak bir şey, canımı sıkacak bir mesele buluyorum. Kararlarımı verme yetkimi benden alsanız çok daha sağlıklı bir hayatım olurdu muhtemelen. Ama siz de az hıyar değilsiniz. Ne bunu yapıyorsunuz ne de kendinizi sağlıksızlığıma yorum yapmaktan alıkoyuyorsunuz. Birilerine kızmam gerekince hepinize sesleniyorum. Artistik bir yazar çıkışı bu kez. Ama yazar olmadığım için çuvallıyorum, hadi yorum yapın.
Yalnızca içimdeki sesleri uyandırdım yine. Fırtına da arttı, artık sesi ürkütüyor, gitmeliyim. Bu yazdıklarım da gitmeli benimle ama silemeyeceğim kadar çoklar artık. Ben bir şey anlatmadım bu yazıyla, anlam çıkarmayın. Çünkü ne bu bir yazıydı, ne de onu ben yazdım.