25 Şubat 2016 Perşembe

Tehlikeli Oyunlar(ım)

Yemeğin altını yaktı, mutfağın penceresini açtı, paketin ardına gizlenmiş son sigarasını yokluktan bulmuşcasına kısa bir mutlulukla aldı, yemeğe doğru eğildi, yemeğin altıyla sigarasını yaktı, tezgâha yaslandı, camdan dışarı apartman boşluğundaki su borusuna büyük bir huzursuzlukla baktı, görüşünü kapatmasını istercesine bol üfledi sigaradan aldığı büyük nefesin dumanını.. "Çaresizlikler albayım, çaresizliklerim ben." "Sen çaresiz değilsin be evladım." "Çaresiz olmaktan bahsetmiyorum, çaresizliğin ta kendisi benim." Benden var ya albayım, çok güzel bir kadın olurdu..ne dersin? Benim içimdeki ben olmasaydım, çok güzel ve başarılı bir kadın olabilirdim ben. Beni bana bırakmasaydınız böyle olmazdı. Kimse bu kadar kendisine bırakılmamalı albayım. "Saçmalama Lahzen." "Saçmalarım albayım, saçmalamak benim anayasal hakkım. Ne diyor anayasanın (eksi)onaltıncı maddesi; 'Saçmalamak bir Lahzen'in önlenemez hakkıdır.' Önleyemezsin Lahzenleri albayım!" "Peki evladım."
"Ölüm albayım, ölüyor insanlar.. masum insanlar ölüyorlar. Bizler tesadüfen hayatta kalanlar olarak da ikiye bölünmüş vaziyetteyiz: delirenler ve aklını yitirmemekte direnenler." "Sen de bu delilerin elebaşısın Lahzen." "Tabii albayım, delilerin başını ben çekiyorum." Delilikte bir rütbesi olmuştu, bu nişanı emekli albayın elinden almak koltuklarını kabarttı. Fakat uzun sürmedi, çünkü ortada koltuk falan yoktu. "N'oldu Lahzen evladım?" "Hata ettim albayım. Delilikte elebaşı yoktur. Delilere hiyerarşi belirlenemez albayım." Ama bir unvanı olsun istiyordu. "Daha caiz bir tabir seçmek icap eder albayım, bu tabiri buldum duymak ister misin?" "Söyle evladım." "Delilerin sözcüsüyüm ben albayım." Birilerinin sözcüsü olmayı hep çok sevmişimdir. Ama hiç olmadım. "Güzel mevki imiş Lahzen evladım, zaten sen konuşmada ustasın." "Doğru, ben konuşmada ustayım. Konuşmakta üzerime insan tanıyorsan gel onunla da konuşayım albayım. Fakat bir türlü anlatmayı beceremiyorum. Onca konuşuyorum. Ama asla anlatamıyorum. Bazı an geliyor, hah diyorum oldu galiba. Ama sonra bir bakıyorum, bu sefer de yanlış anlaşılmışım. Ha-ha!" Bazen o kadar çok konuşuyordu ki, cümlelerin hangilerini dışından hangilerini içinden söylediğini kendisi de fark etmiyordu. "Fakat kabahat benim değil ki! Kabahat kelimelerin; kelimeler albayım, bazı anlamlara gelmiyorlar."
"Hayat albayım, hayat beni yoruyor. Yaşamak ya da ölmek için fazla yorgun hissediyorum." "Öyle deme be kızım, daha yaşayacak çok zamanın var. Bu memlekete, vatana hayırlı işler yapacaksın." "Sınırlar albayım, vatan dediğin sınırlardan ibaret. Bense daha kendi hayatımın sınırlarını çizemiyorken vatana ne hayrım dokunsun.." Hayatımı kırmızı şeritten çember bir sınır içerisine yerleştirebilseydim bu kadar yorulmazdım belki. Hatta belki bazı zaman çemberin kırmızı çizgilerinden dışarı çıkıp, bir köşeye oturup dinlenirdim. Tek başıma, sessiz. Tek başınayken sessiz kaldığı görülmemişti. Albayımı da alırdım belki yanıma, o beni uyarır "Sessiz ol Lahzen.." derdi. Albayıylayken sessiz kaldığı da görülmemişti ya..ha-ha! 
"Ölmek albayım.. Ölmek için fazla yorgunum. Ölemeyecek kadar çok yaşamışım gibi geliyor." "Niçin hep ölümden bahsediyorsun be Lahzen evladım?"  "Herkes ölüyor albayım. Bilmiyorum artık ben hiçbir şeyi. Belki de bu hayat için fazla ölüyümdür." "Saçmalama Lahzen." "Peki albayım, saçmalamam."
Sigarasının dibi geldiğinde yemeğin de dibi tutmuştu. Bazı zamanlamalar albayım, can sıkıcı.

8 Şubat 2016 Pazartesi

Gece 05:30-Boyundan Büyük Laflar Etme Seansı

Aforizmalar köşeme hoşgeldiniz sevgili okuyucular,şöyle bi göz atmaya geldimciler,ben en son manchester maçı izliyordum yahu hadisenin klibine nerden geldimciler,

Bakın,şu konuda anlaşalım: Hayat kısa.
Önümüzü göremiyoruz bu oyunda.İlginç bir şekilde bundan hiç de korkmuyoruz.
"Yol yorgunuyum,gelemem şimdi konsere falan",dedim bir arkadaşa geçenlerde,vakit akşamüstüydü."Yol yorgunu mu?O da neymiş?Sen bilirsin,ama evrene bu yaşta böyle bir mesaj göndermeni çok tavsiye etmem,bir ömür yorgun eder insanı."dedi.
Mesele bu değil,aslında ben çok farklı şeylerden bahsedeceğim;fakat durup bir dakika düşündürdü bu diyalog.
Yahu ben hakikaten gencim,bahsettiğimiz "yol"da hayat.
Fark ettim ki bu yol beni bir hayli yıpratıyor.Neden ama,ya da sorgulatıyor mu demeliydim?Durup her adımımı ölçüyor,tartıyor,belki bazı adımlarımı geri atmak istiyorum.Belki beni yol değil,bu yolda "nasıl" ve "neden" ilerleyeceğim yoruyor.
Önümü görememem büyük bir sorun benim için.Keşkelerimi hep saklıyor,dip bucak kilitliyorum içimdeki sandıklara.
Belki de önümüzü göremeyişimizin korkusu,hep bir amacı olan o idealist insanlara bir tedirginlik duygusu olarak tezahür ediyordur.Ben bilemem,o insanlardan olmayı beceremedim çünkü.
Yani aslında "anı yaşamak"dedikleri,sefa pezevenkliğinden öte bir şey değil?Birikim önemlidir değil mi?İki türlüsü de birikimin:deneyimlediklerimiz ve uzaktan gözlemlediklerimiz.Oluruna bıraktığın tek şey zaman,desturunsa yaşayabildiğin kadar yaşa mı olmalıdır? Yani anı yaşamak değil,"an"ın ta kendisi olmak,yaptıklarının bilincinde olmak mı?

Aforizma diye başladığım ana fikirsiz yazım,soru işaretleriyle son buldu.Aslında defterde yazdıklarım net ve cüretkar cümlelerken,burada varoluşçuluğa dair altyapım olmadığı için cümlelerim çekingenleşti.Hatam varsa kusura bakılmasın.Tabii bakılmayacak,o kadar yazdık canım!Cümlelerimin aksine ben pek çekingen sayılmam.
Noktayı koymamla beraber müezzin abi sabah ezanına tahminen re notasından giriş yaptı.İyi sabahlar,iyi öğlenler,iyi akşamlar ve de iyi geceler efendim.

4 Şubat 2016 Perşembe

onaltıocakikibinonaltıyirmibirondört

Melis Gündüz ve Ezgi Karadayı'nın bir birey olarak susup,içlerinin döküldüğü ve bir daha da toparlanamadığı bir Ankara gecesi diyaloğudur.

Aslında anlatılan hikâyeler değil, bizim kendi içimizde onlardan ne bulduğumuz, ne çıkarttığımız önemli.. İnsanlar, durumlar, anlayışsızlıklar..aslında hepimiz kırılmaya o kadar müsaitiz ki, ve kırmaya..bazen naifliğin her şeyden daha yeğ olduğunu hissediyorum. Hayat belki yoruyor bizim gibi makineleşmeye direnen, hisseden varlıkları; fakat bizi en çok yoran da bu pes edip kırmaya ve kırılmaya, kızmaya olan meylimiz.. Sanki her yaşadığım beni, güçlendirmek şöyle dursun, yıpratıyor da..yani son zamanlarda. İnsanlar, durumlar, anlayışsızlıklar..bu kadar keskin ve zor olmamalı?

Aslında insanların dudaklarından dökülen sözlerin ne olduğu değil, sende o sözcüklerin ne anlama geldiği; karşındakinin gözlerinde ne gördüğün değil de o gözlerde senin de olup olmadığındır önemli olan.. İnsanlar, durumlar anlayışsızlıklar.. Bi' dursak, bi dönüp baksak aslında, kırıp döktüklerimizden geriye ne kalmış? Söküp attığım o parçalardan daha derinde ne varmış? Gözden uzak olanı ırak etmek yerine bir dursak..iki dönsek..üç dönüp beş baksak belki sıfırlanmasan o on parçayı bir edebilmek mümkün olur.. Dursak, dinlensek, dinlesek..sonra parçalar birleşse.. Bu içki masasında bana sardığın sıgaranın her bir parça tütünü gibi bir araya gelsek, yaksam, içime çeksem, ciğerimde bir duman olsak, hiç üflemesem dışarı, ciğerimden kalbime dolsan..iyileşir misin?

İyileşmek mümkün! Her zaman, hep..ama soluklanma halini etrafımızdaki narsizme meyli yüksek insanlar pek yapamıyor gibi. Sen, ben bile yapamıyoruz belki.. Belki de sadece içindeki o: "Sakinleş be güzelim, her şey yoluna girmese de sen elbet yolunu bulursun." diyen söze kulak vermek lâzım. Belki de bazen hissetmek..ama çoğu zaman o hissettiğin duyguyu, hâli de çözümlemek lâzım. Çok hayal kurmak güzeldir mesela; ama asıl güzel olan, sende o hayalin uyandırdığı hissiyattır. Bunun gibi..insan aslında çok da karmaşık bir yapı değildir belki.Her şeyi doruğunda yaşamak isteyen o içimizdeki tatmin olmak bilmeyen duygudur tüm bu baş ağrılarımızın sebebi... Ya da daha iyi bir dünya/daha iyi ilişkiler/durumlar/anlayışlar beklemek yerine kendini daha iyi/daha anlayışlı/o "güzel insan" dediğimiz kategoriye dahil etmek mümkündür. Di mi?!

Sen yanımda/ben yanında oldukça mümkündür!Ki bu koşul altı senedir mesafelere kafa tutarak tıkırında işlemekte iken mümkünatlar buna boyun eğer...İnsan anlaşıldıkça arınıyor bu karmaşık olmak sıfatı/yaftasından.Anlaman ne güzel,ne güzel anlayıp da "hah!işte tam böyle!" haykırışlarım.Etrafa kulak vermemek zor,başardığında sırtlandığın ithamlar daha da zor;fakat tüm bu isi pası temizliyor üzerimizden usul usul bu kalem çizikleri,bu alkol yudumları,bu tütün dumanları ait oldukları yerlere düştükçe.Şu masaya bırakılıp gidilen on lira şu masaya bırakılıp gidilen soru işaretlerinden hangisine rüşvet?Şu muhabbet dolu gözlerin,şu güldükçe güzelleşen kahküllerin dedem;sendeki hikayelerden çıkarttığım anlamları bir yap-bozun son parçasını yerleştirir gibi tamamlıyor.Zaman geçtikçe hayatlar büyüyor,acılar sevinçlerle harmanlanıp ortaya yepyeni renkler çıkıyor.Biz bu renklere isim vermekte o kadar "acemi" değiliz ki,cümlelerimiz güzelleşiyor!Bir cümle ne zaman güzel olur ki?

Tüm kahkahalarımızı gülmeliyiz onlara ve tüm delirmelerimizi delirtmeli!Bir cümle ne zaman güzelleşir?O cümleyi kurma amacına göre değişir bu.Bak,herkes bir amaca yönelik yaşamaya çalışıyor.Ama cümlelerimiz boşlukta salınıyorlar.Burada yine hislerimize,gülüşümüze,delirmelerimize bir güzelleme yazmak mecburiyetindeyim.Bir cümle ağzı bozulduğunda,yaşanmışlığı yansıttığında güzelleşir.İki tamdan bir olanı var ettiğinde,bir cümle ortaklaştığında..Bu çabamız o kadar güzel ki.Bu her şeyi kendi çerçevemizde görebilme hali..Kalbimdeki bam telini tıngırdatan yegane yavrucuğum,seni öperim. (ama'sız,izinsiz)

Çabamızın,en büyük hüznümüz ve gücümüzün şerefine,vur be dedem!