"...geliyor şahane bir sonraki gün! Meloşumla Ankara Kalesi! Bana yolu tarif eden Otogargara repliklerimizden fırlama amca: 'Atatürk'ü gördün?! He gördün. Ona doğru git. Gittin?!', sokaktan sesi duyulan 4-5 yaşlarındaki Memet'in annesine beklenmedik çağrısı: 'Anne! Hadi eve!', Kuş Sokağı ve Gramafon Kafe'nin yerini sorduğumuz ve hangisine gideceğimize karar veremediğimizde oldukça entelektüel bir tavırla 'Gramafon Kafe daha güzel..'diyen bakkal amca, müzede ikide bir bizi dürtüp anlamadığımız kelimeleri inatla ve ısrarla tekrarlayıp duran iki Alman kadın..günün aklımda kalan renklerinden. Paleolitik Çağ'dan olduğu yazan küçük sıradan taşların o çağdan kaldıklarını arkeologların nasıl anladıklarını sormam üzerine başta dalga geçen Melis'in sonradan aynı şüpheyle taşlardan kıllanması, spatül, altından bolca malzeme yapan medeniyete olan "Sizde de para bok galiba.." yorumum üzerine Melis'ten gelen haklı çıkış: 'PARA?!!', tarihi vazo-kazan-vb.zımbırtıların içinde gördüğümüz halüsinatif mantılar, bir türlü Zeus olmayan Zeus heykelcikleri, küçük penisli erkek figürlerini inceleyerek oluşturduğum o dönemki kadınların orgazm sıkıntıları analiz dosyası, bolca altın para, kaplumbağamsılar ve bu kelimenin bir şaka olmayışı.. sonrası güzel birer mantı, cornetto(reklamaldım), 'Bize her yer koyun pazarı'..sonra Gramafon Kafe'deki taze çaylar, kale civarlarında orijinali bulunan Naga'dan aldığımız yüzükler, küpeler sonra.. sonra önüne atlayarak durdurduğumuz Kızılay otobüsü ve Zaytung Zone'da içtiğimiz kahve falları.. Güzel zaman vesselam.
Yazım ne ara bu kadar çirkinleşti? Sadece buna dikkat çekmek için geçmedim tabii bu yazı stiline, konuyu da değiştiriyor olduğum için geçtim, paragraf başına geçmek yetmezdi. House ne güzel diziydi be yav. Müziklerinden belli, müziklerinin böyle içimde mutlaka bir yerlere işliyor olmasından belli. Yarın ödev yapmam lâzım. Yazacak bir essay'im, tamamlayacak bir de projem var.
Bu onunla ilgili değil. Benimle ve var olamamış bizimle ilgili. Benimle daha fazla hatta.** Neden böyle oldu ki? Böyle olacağını hiç düşünmemiştim, böyle olmasını istemezdim.
Answers matter.
Belirsizlik hepsinden kötü.
...
İstanbul'a dönüyorum. Eskişehir turnesi falan filan. Yazmak istediğim meseleler bunlar değil. Aslına bakarsan üzerine yazmak istediğim herhangi bir mesele yok. Sadece, kulağıma müzik dökülürken kelimeler çizmek istiyorum ben de, sadece sözcük çizebiliyorum çünkü.
Belki de
bilmiyorumdur sadece
sadece bilmiyoruzdur
Çünkü her sorunun bir cevabı vardır
her puzzle'ı tamamlayacak bir parça vardır
Bizim ona sahip olmamamız
bu gerçeği değiştirmez.
Belki bu baş ağrısı sadece
susuzluk
ve uykusuzluktandır.
Peki ya bu soru cevabını nerede unuttu? Kimde bıraktı?
Bilirler mi sahibinin kim olduğunu? ulaşır haber verirler mi bize?
"Pardon, Soru Hanım, bu bey sizin cevabınız mı acaba, zannediyorum ki sokakta düşürdünüz?"
Uyumamak yarını durdurabilseydi keşke. Uyuyup uyandıkça yarın olsa,uyanmasam ya da hiç uyumasam yarın gelmeseydi keşke.
O zaman belki de sadece suyumu içip uyumaya ihtiyacım vardır. Uyumamak mani olamayacak belli ki güneşin doğmasına, hiç değilse başımın ağrısı dinsin.
Sözcükler çizip kulağıma dökülen müziğe kulak vermek çok güzel oysa.
Müzik başka şeylerle ilgili.
Müzik
başka
bir
şey.
Tesadüfler yalnızca gülümsetir.
Bu son şarkı.
Yarın da bununla başlayacağım:
Iron&Wine-Passing Afternoon
02.46 İyi geceler.
Ezgi"
*düş, düşlemek, düşürmek üzerine bir metaforum vardı, güzeldi, ama hatırlayamadım şimdi.
** Şimdi bakıyorum da benimle filan ilgili değil, sorun sende anacım, valla sende. Neyse oldu bitti, geçmiş olsun.
O gün bitirdiğimde 02.46 imiş şimdi, 02.50. bilmemkaç hafta sonrasının 4 dakika ilerisinden, iyi geceler..
(Bazı cümleler dipnotlardan da sonra gelir.)