Merhaba,
Günlük formu defter düzenimi buraya uyarladım. Çünkü korkarım ki içerik de öyle olacak..
Size söylemek, sizinle paylaşmak istediğim birkaç "günlük içerikli" düşüncem var.
Ya mavi bir kuş olup uçup gideceğim ya da sizlerle ve şu düzenle yaşamayı öğreneceğim. İlkini tercih etmekle beraber nasıl etmeli de bir mavi kuş olmalı, hadi diyelim oldum, nasıl etmeli de uçmalı..bilmiyorum. Bu sebeple sizlerle ve bu düzenle yaşamayı öğreneceğim gibi duruyor. Tabii bu, size yahut bu düzene benzeyeceğim anlamına gelmiyor. Sadece sizlerin arasında bu düzenin düzlüğünde ben olmayı başarmam gerekiyor..ve bilmem farkında mısınız, ben ben olmakta inat ettikçe siz ve bu düzeninizin benden eksilttiklerinin.. Benliğimde beraber olmak istediğimle arama beş yüz kilometre ve ikişerden dört ebeveyn koydunuz. Sonra n'oldu? Bu mesafe aldı yürüdü. Korkuyorum be, korkuyorum. Hani yeni bir hayata başlayan bendim, hani ben yeni hayatıma alışıp eskisini unutmakla suçlanacak, izlerini hissettikçe hatırlayacaktım? Şimdi yeni bir hayat ve değişmeyen benle ortada kaldım. Hâl böyle iken dahi bir araya geldikçe hayatlarımızdan sıyrılıp nefes alışımız bana iyi geliyor. Fakat hayatlarımız ortak iken de bunu yapabilmek kabiliyetimize hayrandım. Şimdi hayatlarımızı ortak paydaya çekmeye çalıştıkça hayranlığıma gerekçe bulamıyorum. Yine anlatamadım.. Bakma, hâlâ o kadar kuvvetle hissediyorum ki korkuyorum. Bu kuvvet ve korku da korkulacak bir şey olmadığını gösteriyor/olmamasını sağlıyor.
"Mardin dağlarında bir kuş olaydım.."
Fakat bir kadın var ulan..böyle hışımla başlamak istiyorum onu anlatmaya.. gün ışığında ışıldayan yeşil gözlerini sevdiğim, doğum günü de yaklaştı bak. Ben yalnızlaştıkça, amaçlarımı sorgulamaya yeltendikçe n'apıyor n'ediyor iyileştiriyor. İşin komik ve gizemli tarafı bunların çok azını farkında olarak yapıyor. Zamanlamaya o karar vermiyor ama tam zamanını buluyor. Hayatıma en büyük anlamı katacak olanı hem aklıma hem kalbime hem de pratiğime..hayatıma o dahil ediveriyor. Çiçeklerle kuşanası.. Yalnızca hayatıma anlam katmakla kalmıyor, hayatımın anlamının ne kadar hayatımın anlamı olduğunu hayallerimi yakın zaman kipleriyle cümlelerine dökerek anlatıyor. Nazende.. Çok seviyorum hayatımdaki yerini..yerini muhafaza edişini. Ay, dur. Kaptırdım.. Ne dedim? Doğum günü yaklaşıyor. Böyle hepinize anlatacağıma, salt ona yazacağım kalanını. Zaten mevzubahis o olunca içim her vakit aynı kabarıklıkta.. Ama son bir şey: Sana bir Cem Karaca albümü çıkartacağım kadın!
"Geceleri heceledim / Gündüzleri bocaladım"
Hayatımdaki saat döngüsünün özeti iki dize. Hepiniz uyuduktan sonra konuşabiliyorum ben. Bir Ezginin Günlüğü şarkısı kadar kusursuz güzel oluyorum bu saatler konuşmalarımda..
Yarın yürüyerek gideceğim Kızılay'a, yürürken Pilli Bebek dinleyeceğim sırayla..
Hrant'a kıydıkları bir dünyada var olmaya çalışıyoruz ya, diyorum bazen, çabamız büyük. -hananehananehananeeycan- Ya da çabasızlığımız. Belki de böyle var oluyoruz. Kim bilir..ne yazık.
Şu erken yatıp erken kalkan insanlar, da diyorum bazen, ne kadar az tanıyorlar kendilerini kim bilir..ne yazık.
"Ben doldurur ben içerim, günah benim kime ne" hiç olmazsa.
Bu saatlerde ne dinlesen vuruyor da.. Zeki Müren başka..başımda tacım.
Sonra n'oluyor, her şey dönüp dolaşıp kuru yaprakların hışırtısıyla bir eylül akşamında yürümeye bırakıyor kendini. Böyle akşamlarda yani..böyle saatlerde.. minyatür trenler vardır ya hani, oyuncak.. işte onlar gibi bu akşamlar. Gerçek bir yolculuk ve gerçek bir tren dersek bu metaforda geride bıraktığın herhangi bir zaman dilimine- zaman dilimi sana bağlı- böyle akşamlar da aynısının minyatürü..Minyatürünce yaşıyorsun. Değişmeyen şeyse son durak. Zaman dilimi ne olursa olsun trenin vardığı son durak yaprak hışırtılarıyla yürüdüğün bir eylül akşamı oluyor.. Garip bir hüzünlü huzuru var...geldi bak, gitme vakti..
21.01.2015 / 02.00
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder