14 Aralık 2015 Pazartesi

Cümle

Rakının ilk yudumunu almadan evvel
içine sızan anason kokusunda bulduğun insanların hasreti kadar
gerçek..
Bu hayatta bir şeyleri anlamak istediğin kadar anlarsın.
Anlayışın sevgin kadar..
Derdini de sevdikçe
kendini derdinle kabul ettikçe helalleşebilirsin yalnızca.
Her geçmiş biraz bulanık
dalıp gittikçe buğusu artan..
Berrak olan an yalnızca şimdi.
Sen şimdi bu cümleyi okurken bir üst satır nasıl bulanıklaştıysa gözünde
öyle kademe kademe..
Satırlar devam ettikçe daha uzakta kalan daha da bulanıklaşıyor.
Ama bu cümleyi getiren,
bu bağlaçların bu cümleyi bağladığı,
bu cümleyi anlamlı kılan hep önceki cümleler..
Tüm cümleler, gözüne yaş düşürdüğünce,
yanağına bir çizgi kondurduğunca büyük.
Bazı cümleler büyük harfle başlar,
bazı cümlelerde eşittir harfler.
Bazı cümleler noktayla biter.
Bazısında bir bitiş yoktur..
Hikâyeleri de romanları da 
şiirleri de
hayatları da cümleler oluşturur.
Cümlelerse birilerine aittir hep.
Ben bazen hayatımda birden fazla "biri" olduğumu hissediyorum.
Sonra biz bu birileri toplanıp
rakı içiyoruz,
çay içiyoruz..
konuşuyoruz.
Konuştukça,
cümleler arttıkça
anlıyoruz.
Seviyoruz.
Anlamak istiyoruz,
anlamak istedikçe soru işaretleri cümlelere bürünüyor.
Cümlelendikçe anlıyoruz
cümlelendikçe yaşıyoruz.

Velhasıl-ı kelâm
Cümle kurun.
Cümle kurmadan bir hayat sahibi olamazsınız.
Kendinize ait cümleleriniz olsun ki
yine kendinize ait bir hayatınız olsun.

Bunlar da bu bendeki "biri"lerinin
bendeki kadınların,
naçizane cümleleri..

İyi pazartesiler dilerim.

17 Eylül 2015 Perşembe

Hep önlemler,hep yasaklar

Kafamız iyi.
Birkaçımız uyumaya gitmiş.Ama biz oturuyoruz hala...Bu su hiç durmaz!
Bu şarkıyı dinlerken düşünüyorum..Yahu diyorum,ben ne kadar çok seviyorum.
Bu sevmek bir bünyeye fazla sanki.Beş yılımı almış götürmüş,
lezbiyen olsaydım kesin sana yazardım diyorum Ezgi'ye.
İstanbul'dan her gelişinde kendimi tazelenmiş,musmutlu,bulutlarda hissediyorum.
Bu Melis'e kimse alıişık değil,biliyorum...ama...
Ama'sı yok,çok seviyorum işte.
Yazı yazmayı,bloggerlığı sabote ediyorum şuan,farkındayım ama ne desem ki...
Duvarsız yaşamaya karar verdim artık.!
Bu noktadan itibaren ben devralıyorum, ismim Ezgi! Çok seviyorum be..şarabı çok seviyorum, müziği çok seviyorum, Melis'i bir başka seviyorum. Tazelenmek ne güzel kelime.. Ben de tazeliyorum kendimi her seferinde ve her seferinde bir başka özlüyorum ve her seferinde bir başka seviyorum!
Bloggerlığa bir sabotaj belki ama neleri sabote etmedik ki? Ben bunları kimseye anlatmadım dediğim ne varsa anlattım seni. Beni bunları kimseye anlatmadık bırakma e mi?

Bir sığınağım var benim,şehirlere bombalar yağsa da,insanlar insanlıklarını kitleyip sandıklara kaldırsa da kuşku etmeden kanatlarına sığınacağım bir dayanak.
Hayatın anlamsızlığına içerleyip kendime darıldığım anlarda beni kendimle,dünyayla barıştıran ezgim,kulaklarımda minör notaların çınladığı türküm...
Anlamlarınızı kendinize saklayınız,sevginizi dostunuza.

İnsanları kırmaktan hep korkmuşumdur,evet,doğru..
Asla yapmayacağım dediğim şeyleri "mutlaka"yapmışımdır.O da doğru.
Ama bir şeyden eminim.
SENSİZ OLMAZ (HIAAAA)

Öyle valla! Sensiz olmaz. Şimdi çok ifşa etmek istemem ama özelden yolladığım doğum günü
mektubunda da yazdığım gibi, hiç hayatımdan eksilmeyesin..
Beni şu hayatta her şeyimle kabul eden yeganemsin. Her ne kadar aykırı olmak hoşumuza gitse de birileri tarafından tümüyle kabul görmek hepimizin isteği..sen bana bunu yaptın ya be kadın! Uykum geliyor, iki taraftan da yazmış olmanın hafifliğiyle.. sanırım ilk kez bu yazının başını da sonunu da sana bırakacağım -başlangıçlar sana finaller bana aittir genelde-.. dedim ya yazmış olmanın hafifliğiyle.. hatta bugün kotamı aşacak kadar çok söylemle de ifade ettim sana kendimi.
Bizim bir şey yapmamız lazım. İkimizden oluşan şu delilik örgütünün bir eylemliliğe ihtiyacı var. Bulsana bir şey..müzik de içersin!
seni kucak dolusu öperim. okurlarımıza da büyük harflerin noksanlığında uysal bir sevgi ve selam ederim. olamaz mı?
OLABİLİR,iyi geceler okurlar.

17 Mayıs 2015 Pazar

Kafamın İçi Çocuk Parkı Gibi

"Kafamın içi çocuk parkı gibi." ile başlayan bir yazı yazdım az önce defterime. Bugün saat itibarıyla 18 Mayıs, itibarı getiren saat de 01.58'miş yazıya başladığımda, şimdi 02.15. Yazdım bitirdim, sonra defterde bir önceki dört sayfaya yerleşmiş 22Nisan'15/01.57/Ankara yazımı okudum ve kendisini buraya düşüresim* geldi. Ama tümüyle düşüremem çünkü defterimle yaptığım dedikodular ikimiz arasında.. siz böyle buyrun:
"...geliyor şahane bir sonraki gün! Meloşumla Ankara Kalesi! Bana yolu tarif eden Otogargara repliklerimizden fırlama amca: 'Atatürk'ü gördün?! He gördün. Ona doğru git. Gittin?!', sokaktan sesi duyulan 4-5 yaşlarındaki Memet'in annesine beklenmedik çağrısı: 'Anne! Hadi eve!', Kuş Sokağı ve Gramafon Kafe'nin yerini sorduğumuz ve hangisine gideceğimize karar veremediğimizde oldukça entelektüel bir tavırla 'Gramafon Kafe daha güzel..'diyen bakkal amca, müzede ikide bir bizi dürtüp anlamadığımız kelimeleri inatla ve ısrarla tekrarlayıp duran iki Alman kadın..günün aklımda kalan renklerinden. Paleolitik Çağ'dan olduğu yazan küçük sıradan taşların o çağdan kaldıklarını arkeologların nasıl anladıklarını sormam üzerine başta dalga geçen Melis'in sonradan aynı şüpheyle taşlardan kıllanması, spatül, altından bolca malzeme yapan medeniyete olan "Sizde de para bok galiba.." yorumum üzerine Melis'ten gelen haklı çıkış: 'PARA?!!', tarihi vazo-kazan-vb.zımbırtıların içinde gördüğümüz halüsinatif mantılar, bir türlü Zeus olmayan Zeus heykelcikleri, küçük penisli erkek figürlerini inceleyerek oluşturduğum o dönemki kadınların orgazm sıkıntıları analiz dosyası, bolca altın para, kaplumbağamsılar ve bu kelimenin bir şaka olmayışı.. sonrası güzel birer mantı, cornetto(reklamaldım), 'Bize her yer koyun pazarı'..sonra Gramafon Kafe'deki taze çaylar, kale civarlarında orijinali bulunan Naga'dan aldığımız yüzükler, küpeler sonra.. sonra önüne atlayarak durdurduğumuz Kızılay otobüsü ve Zaytung Zone'da içtiğimiz kahve falları.. Güzel zaman vesselam.
Yazım ne ara bu kadar çirkinleşti? Sadece buna dikkat çekmek için geçmedim tabii bu yazı stiline, konuyu da değiştiriyor olduğum için geçtim, paragraf başına geçmek yetmezdi. House ne güzel diziydi be yav. Müziklerinden belli, müziklerinin böyle içimde mutlaka bir yerlere işliyor olmasından belli. Yarın ödev yapmam lâzım. Yazacak bir essay'im, tamamlayacak bir de projem var.
Bu onunla ilgili değil. Benimle ve var olamamış bizimle ilgili. Benimle daha fazla hatta.** Neden böyle oldu ki? Böyle olacağını hiç düşünmemiştim, böyle olmasını istemezdim.
Answers matter.
Belirsizlik hepsinden kötü.
...
İstanbul'a dönüyorum. Eskişehir turnesi falan filan. Yazmak istediğim meseleler bunlar değil. Aslına bakarsan üzerine yazmak istediğim herhangi bir mesele yok. Sadece, kulağıma müzik dökülürken kelimeler çizmek istiyorum ben de, sadece sözcük çizebiliyorum çünkü.
Belki de
bilmiyorumdur sadece
sadece bilmiyoruzdur
Çünkü her sorunun bir cevabı vardır
her puzzle'ı tamamlayacak bir parça vardır
Bizim ona sahip olmamamız
bu gerçeği değiştirmez.
Belki bu baş ağrısı sadece 
susuzluk 
ve uykusuzluktandır.
Peki ya bu soru cevabını nerede unuttu? Kimde bıraktı?
Bilirler mi sahibinin kim olduğunu? ulaşır haber verirler mi bize?
"Pardon, Soru Hanım, bu bey sizin cevabınız mı acaba, zannediyorum ki sokakta düşürdünüz?"
Uyumamak yarını durdurabilseydi keşke. Uyuyup uyandıkça yarın olsa,uyanmasam ya da hiç uyumasam yarın gelmeseydi keşke.
O zaman belki de sadece suyumu içip uyumaya ihtiyacım vardır. Uyumamak mani olamayacak belli ki güneşin doğmasına, hiç değilse başımın ağrısı dinsin.
Sözcükler çizip kulağıma dökülen müziğe kulak vermek çok güzel oysa.
Müzik başka şeylerle ilgili.
Müzik
başka
bir
şey.
Tesadüfler yalnızca gülümsetir.
Bu son şarkı.
Yarın da bununla başlayacağım:
Iron&Wine-Passing Afternoon

02.46 İyi geceler.

Ezgi"

*düş, düşlemek, düşürmek üzerine bir metaforum vardı, güzeldi, ama hatırlayamadım şimdi.
** Şimdi bakıyorum da benimle filan ilgili değil, sorun sende anacım, valla sende. Neyse oldu bitti, geçmiş olsun.

O gün bitirdiğimde 02.46 imiş şimdi, 02.50. bilmemkaç hafta sonrasının 4 dakika ilerisinden, iyi geceler..
(Bazı cümleler dipnotlardan da sonra gelir.)
Ezgi

22 Ocak 2015 Perşembe

Gökkuşağında Fıratın Gri Türküsü

his
hissetmek
hissettirmek
hissettirilmek

yok
yoksun
noksan
yitmek
yitirmek
zaten hiç olmamış olanın yitişi
yokluk

gri
renk(SİZ)
rengârenk
gökkuşağı
gökkuşağındaki gri

ân
ân-lam
ân-lamak
anlam(SIZ)
anlamak
anlatmak
anlaşılmak
anlaşmak
anlayış
(niye gösterilir?)

bak
gör
bak anlaşamadığımız birçok nokta var
gör ne kadar anlamsız hissediyorum
gökkuşağında bir gri var gördün mü?
bak
bakmazsan görmezsin
sen ne zaman bana baktın ki beni göresin
gör bak
hissettin mi
renksiz
di mi?

şu fıratın suyu akar serindir
bu ritmi hissedebiliyor musun
yârimi götürdü kanlı zalimdir
fıratın ritmi
daha gün görmemiş taze gelindir
bak gör hissedeceksin anlamını
söyletmeyin beni yaram derindir
derinde bir yerde
ahbaplarım gelmiş ağıtlar yakar
içinde hissedersen
söyletmeyin beni yaram derindir
anlarsın
yaram derinidr nasıl gülem
gökkuşağında gri nasıl olur
derdo ölem
nasıl olunur

hayatımın fıratın türküsünden öte ritm, griden öte renk kaldırmadığı saatlerine tanıklık ettiniz..
hoşçakalın.






20 Ocak 2015 Salı

yaprak hışırtılarıyla yürüyorsun

Merhaba,
Günlük formu defter düzenimi buraya uyarladım. Çünkü korkarım ki içerik de öyle olacak..
Size söylemek, sizinle paylaşmak istediğim birkaç "günlük içerikli" düşüncem var. 
Ya mavi bir kuş olup uçup gideceğim ya da sizlerle ve şu düzenle yaşamayı öğreneceğim. İlkini tercih etmekle beraber nasıl etmeli de bir mavi kuş olmalı, hadi diyelim oldum, nasıl etmeli de uçmalı..bilmiyorum. Bu sebeple sizlerle ve bu düzenle yaşamayı öğreneceğim gibi duruyor. Tabii bu, size yahut bu düzene benzeyeceğim anlamına gelmiyor. Sadece sizlerin arasında bu düzenin düzlüğünde ben olmayı başarmam gerekiyor..ve bilmem farkında mısınız, ben ben olmakta inat ettikçe siz ve bu düzeninizin benden eksilttiklerinin.. Benliğimde beraber olmak istediğimle arama beş yüz kilometre ve ikişerden dört ebeveyn koydunuz. Sonra n'oldu? Bu mesafe aldı yürüdü. Korkuyorum be, korkuyorum. Hani yeni bir hayata başlayan bendim, hani ben yeni hayatıma alışıp eskisini unutmakla suçlanacak, izlerini hissettikçe hatırlayacaktım? Şimdi yeni bir hayat ve değişmeyen benle ortada kaldım. Hâl böyle iken dahi bir araya geldikçe hayatlarımızdan sıyrılıp nefes alışımız bana iyi geliyor. Fakat hayatlarımız ortak iken de bunu yapabilmek kabiliyetimize hayrandım. Şimdi hayatlarımızı ortak paydaya çekmeye çalıştıkça hayranlığıma gerekçe bulamıyorum. Yine anlatamadım.. Bakma, hâlâ o kadar kuvvetle hissediyorum ki korkuyorum. Bu kuvvet ve korku da korkulacak bir şey olmadığını gösteriyor/olmamasını sağlıyor.
"Mardin dağlarında bir kuş olaydım.."

Fakat bir kadın var ulan..böyle hışımla başlamak istiyorum onu anlatmaya.. gün ışığında ışıldayan yeşil gözlerini sevdiğim, doğum günü de yaklaştı bak. Ben yalnızlaştıkça, amaçlarımı sorgulamaya yeltendikçe n'apıyor n'ediyor iyileştiriyor. İşin komik ve gizemli tarafı bunların çok azını farkında olarak yapıyor. Zamanlamaya o karar vermiyor ama tam zamanını buluyor. Hayatıma en büyük anlamı katacak olanı hem aklıma hem kalbime hem de pratiğime..hayatıma o dahil ediveriyor. Çiçeklerle kuşanası.. Yalnızca hayatıma anlam katmakla kalmıyor, hayatımın anlamının ne kadar hayatımın anlamı olduğunu hayallerimi yakın zaman kipleriyle cümlelerine dökerek anlatıyor. Nazende.. Çok seviyorum hayatımdaki yerini..yerini muhafaza edişini. Ay, dur. Kaptırdım.. Ne dedim? Doğum günü yaklaşıyor. Böyle hepinize anlatacağıma, salt ona yazacağım kalanını. Zaten mevzubahis o olunca içim her vakit aynı kabarıklıkta.. Ama son bir şey: Sana bir Cem Karaca albümü çıkartacağım kadın!

"Geceleri heceledim / Gündüzleri bocaladım"
Hayatımdaki saat döngüsünün özeti iki dize. Hepiniz uyuduktan sonra konuşabiliyorum ben. Bir Ezginin Günlüğü şarkısı kadar kusursuz güzel oluyorum bu saatler konuşmalarımda..
Yarın yürüyerek gideceğim Kızılay'a, yürürken Pilli Bebek dinleyeceğim sırayla.. 

Hrant'a kıydıkları bir dünyada var olmaya çalışıyoruz ya, diyorum bazen, çabamız büyük. -hananehananehananeeycan- Ya da çabasızlığımız. Belki de böyle var oluyoruz. Kim bilir..ne yazık.
Şu erken yatıp erken kalkan insanlar, da diyorum bazen, ne kadar az tanıyorlar kendilerini kim bilir..ne yazık. 

"Ben doldurur ben içerim, günah benim kime ne" hiç olmazsa.

Bu saatlerde ne dinlesen vuruyor da.. Zeki Müren başka..başımda tacım.

Sonra n'oluyor, her şey dönüp dolaşıp kuru yaprakların hışırtısıyla bir eylül akşamında yürümeye bırakıyor kendini. Böyle akşamlarda yani..böyle saatlerde.. minyatür trenler vardır ya hani, oyuncak.. işte onlar gibi bu akşamlar. Gerçek bir yolculuk ve gerçek bir tren dersek bu metaforda geride bıraktığın herhangi bir zaman dilimine- zaman dilimi sana bağlı- böyle akşamlar da aynısının minyatürü..Minyatürünce yaşıyorsun. Değişmeyen şeyse son durak. Zaman dilimi ne olursa olsun trenin vardığı son durak yaprak hışırtılarıyla yürüdüğün bir eylül akşamı oluyor.. Garip bir hüzünlü huzuru var...geldi bak, gitme vakti..


21.01.2015 / 02.00

1 Ocak 2015 Perşembe

Düş

İlk kez oldu sanırım, başlığı önce yazdım.. kelimeyedir hayretim. Düş-mek, düş-lemek, düş kurmak, düş-üvermek, düş-eyazmak.
Şu içimi sarıp dışıma taşan yazma isteği, yazamayacağım vakitlerde gelmeye bayılıyor. Otobüs yolculukları gibi..bilen bilir, otobüslerde, arabalarda herhangi bir şey okuyamam, yazamam, herhangi bir şeye odaklanamam, başım döner, midem bulanır. Ne fena, değil mi? Hiç sevmem bu durumu.. Bu yüzden ya müzik dinler ya da uyurum, ya da -çoğu zaman- ikisi birden. Şey..Ne diyordum? Evet, içime dert oluyor şu vakitsiz gelen yazma isteklerim.. İçime konuşuyorum ben de öyle olunca. Sonra keşke diyorum, keşke içimin sesini kaydedebilseydim, lanet hafızam.. Velhasıl, şu sıralar sık geliyor yazma isteğim.. çok geliyor ki daha az üzülüyorum yazamadan içimin kuyularına akıttıklarıma.. Hatta şu sıralar istediğim zaman çağırabilir oldum içimdeki yazını. Sahile inip denize karşı da yazdım, kütüphanede ders kitaplarımın arasına iliştirip defteri öğretmenden saklanır gibi kütüphane görevlisinden saklanarak yazdım, alt ranzamda herhangi bir ışığım olmadığı için telefonumun flaşı gözümü çize çize de yazdım, teyzemin evinde yalnızlığımla başbaşa geçirdiğim şahane haftasonunda onun harika masası ve loş ışıklarında da yazdım.. A, bak şimdi hatırladım, son yazımda kendime verdiğim sözü henüz tutmadım, Ankara sokaklarında yazmadım henüz.. Yarın yapabilirim bunu. Çünkü Melis'e buluşmayı teklif ettim fakat reddetti, bir de hemşireye mesaj attım ama onunla ancak akşam üzeri mesai saatinden sonra buluşabilirim zaten, tabii han'fendi uygunsa..dolayısıyla yarın kendime ayıracak vaktim var.. Nereye gitsem acep?.. Buna sokakta o ân karar vereceğim. Ha, bir de şiir kitabı almalıyım yanıma..çok azı burada ama olsun.
Yine hesapsızca, aklıma düşenleri düşürdüm buraya.Affola. Düş-le-dim. Düş-ür-düm.
Bana yalnız kalıp bozlak söyleyebileceğim bir yer bulun! Çünkü çalışmam lâzım, anlıyor musunuz??
Emir kiplerine bakmayın, hitabımın seslendiği boşluğa güvenip kabalaştım..
Son emir kipiyle yazıyı bitiriyorum:
Denize Yakılan Türkü dinleyip uyuyun..
İyi geceler.
Kendime edit: bu yazı daha iyi olabilirdi, ama hâlin yok, iyi geceler.