Öteki zamanlardan farkı bulunmadığından zikretmenin de gerekli bulunmadığı bir zamanda, Ankara'da yerleşkem olmuş kafenin her zaman oturduğum masası, her zaman oturduğum koltuğunda, sırtımda ben olmadığım vakitlerde koltuğun kenarına iliştirilip beni bekleyen şal, önümde kupa çay, küllükte sönmüş tütün, hemen yanında mor renkli çakmak, elimde kitap...oturuyorum. Etkisinde kalarak okuduğum tüm kitaplarda olduğu gibi, kuruttuğum çiçeği sayfaların arasına koyup kitabı kapatırken gözüme ilişmiş son cümleyi kafamın içinden tekrarlayıp duruyorum. Çantamdaki defterde taslak edinmeyi, bilgisayardaki word dosyasında da düzenlenmeyi bekleyen öykü düşüyor aklıma. Öykü karakterleri düşüyor bir bir sonra.. sonra bir son arıyorum yine onlara..bulamıyorum sonra..sonra da canım sıkılıyor.
Sonra..
Sonra ben kafamda karakterleri taşırken o geliyor, oturuyor karşıma. Yine son derece uyumlu giyinmiş. Bacak bacak üstüne attığında pantolonuyla ton farkı bile barındırmayan çoraplarını görüp uyuz oluyorum. Konuşmuyor. Yine aynı konuyu açmasından korkuyorum. Tütüne uzatıyor elini, kağıdı eline alıp filtreyi dudağının kenarına iliştiriyor, ne eksik ne fazla miktarda tütün alıyor, muntazam sarıyor..her şeyi olduğu gibi onu da çok düzgün yapıyor. Yakıyor, derin bir nefes alıp sanki sesini sıgaradan aldığı nefeste bulmuş ve kaybedebilirmiş gibi hızla soruyor:
-Neden istemiyorsun?
Mevzu: evlilik. İlişkimizin başlarındaydık, o zamanların farklı yoğunluğuna kapılarak evlenme teklifi etmişti, daha doğrusu gelen teklifi ben böyle anlamlandırmıştım, reddetmiştim. 'Henüz' hazır olmadığımı düşünmüş olsa gerek, ses etmemişti. Üçüncü senemizi doldurduğumuz bu güz, avizesine ürkerek bakmaktan kendimi alamadığım bir restoranda pahalı bir şarap ve pahaya dökebilsen sistemin epey miktar elde edeceği müzikler eşliğinde evlenme teklifi etti. Reddettim. Konuşmadı..şimdi konuşuyor, sebebini soruyor işte.
-Şunu anlamıyorsun: ben seni değil; ben evlenmeyi reddettim o gün.
-Yine şu karakter farklılıklarımız ve bunun çatışması.. Yine "Ben böyleyim, yapamıyorsan, yapamıyorsak..."ların.. değil mi?
Bu şehirde tanıdığım ilk insandı. İstanbul'un, orada geride bıraktıklarımın yorgunluğu sırtımda, bir gazetede çalışmaya başlamak için gelmiştim buraya.. Gökyüzünün gri, havanın yağmurlu, yerlerin çamurlu olduğu bir pazarteside, Ankara'daki ilk sabahımda tanışmıştık. Belki gözünü açıp onu görmek hissiydi.. zaman geçtikçe alışmıştık..birbirimize yani..git gide. "Biz" olmuştuk. Ben ve o değil; biz. Bir "biz" vardı var oluşuyla benliklerimizi şaşırtan, hiçe sayan, yoran. Fakat bu var oluşa artık bir geçmiş zaman kipi yaraşıyor. Evet vardı, bir biz vardı. Fakat tükendi. Tükettim, tükendim, tükendi. Tüm bunları bu netliğiyle söylemek istiyorum ona. Göstermek istiyorum geçmişin yerini alan boşluğu..
-Yine beni ve yaşayışımı küçümseyen ukalâ cümlelerin.. dedim ve bardağımı alıp içeri gittim. Şilan'dan bir çay daha koymasını isteyip sordum: Sence de söylemeli miyim?
-Elbette.
Neyden bahsettiğimi bilmiyordu ama onaylarken kendinden çok emindi. Hem çay hem de cevap için teşekkür edip yerime doğru yürüdüm. Bir şeyler söylemeye hazırlanıyordu, konuşmasına izin vermedim:
-Aldattım seni, dedim.
Evet, aldatmıştım. Yine kavga edip ayrılığın eşiğine ayaklarımızı aşağı sallayarak oturduğumuz bir zamandı. Ona hiç benzemiyordu: dağınık ve uzun saçları, belki de üzerinden hiç çıkartmadığı spor bir gömleği vardı. Sabah ben giderken İzmir'de yaşadığını ve istersem ona ulaşmak için bana bir numara bırakacağını söylemişti, istememiştim.
-Anlamadım? dedi..
Anlattım. Anlamak istediğinden daha fazlasını.. Anlayabileceğinden daha fazlasını anlattım.
Elleri titreyerek çayını bitirip kalktı masadan, iki adım sonra geri dönüp
-Anlayamıyorum seni, dedi.
-Mesele de bu ya..boşver, vazgeç şu sahte anlamaya çalışmalarından, dedim. Biliyorum ki sen ve ben artık biz olamayız. Belki başka bir zamanda başka insanlar olarak yeniden karşılaşırız. Fakat o zamana kadar..
-O zamana kadar uzak dur benden, dedi.
Yine kalıplarına kapattı kendini. Gitti sonra.. Köşeyi dönene kadar baktım arkasından ve köşeyi dönene kadar o garip his terk etmedi içimi. Sonra masaya bozuklukları bırakıp aceleyle kalktım, öyküme yetiştirmem gereken bir son vardı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder