26 Ağustos 2014 Salı

Büyü

Bugünlerde içim sıkıldıkça düşüyorum yollara.
Bazen küçük bir çocuğun ölümüne ağlar gibi atıyorum adımlarımı
Koşuyorum.Bir yere varmak için değil,koşmayı sevdiğim için.
Şişedeki balık,denizdeki dalga olmaya içerliyorum...Kıyıya ulaşanlar yok olup toprağa karıştıkça kendi mesafemi hesaplıyorum aklımdan.Aynı açık denizde aynı umarsızlıkla savruluyorum oradan oraya.Nereye gitsem mavi,mavi.Bu maviler hep yuttu bizi.
Kabullendikten sonra her şey mantıklı bir hâl alır aslında.Ararsın,kendini ararsın.Ararsın bir dost,dertleşecek bir ses,bir nefes ararsın.Bazen gözünün içinde kendini gördüğün insanı ararsın.
Kimi görüntüler uslu durmaz,aklının projeksiyon makinasında oynar durur.Günlerinin tüm matinelerini kapalı gişe yapar o görüntüler...
Büyü'dün.
Bunu fark etmek boğazına batan balık kılçığının acısı misali.O kadar rahatsız edici,o kadar küçük...
İstanbul'a gitmek kadar gidememek de güzel.
Ben de böyle avutuyorum kendimi..


16 Ağustos 2014 Cumartesi

Nazende

Bir hayat çiziyorum. Bir hayat yazıyorum. Bir hayat söylüyor, bir hayat okuyorum. İyelik ekini bu sözcüğe gönlümce iliştirmek istiyorum. Hayat benim olsun, benliği belli olsun, dilediğimce dillendireyim istiyorum. Benim hayatım, salt bir ömür olmasın, zamana anlam katsın, geçen zaman ona sevinç, keder, acı, heyecan, korku... katsın, aman yaşamdan çalmasın istiyorum.
Gözümü tavana dikmiş yatarken bu düşünceler tümce tümce dizili kafamda, tam da bu düzeniyle. Tahminimce yarım saat oldu uyanalı.. Uyumak-uyanmak eylemlerinin ikisinden de epey uzak olduğum bir gece geçirmişken niçin böyle dedim, bilmiyorum. Ama son "uyku parçası"ndan sıyrılalı yarım saat olmuş olmalı, evet..
Son günlerde kafamın içi bir an bile boş kalmıyor. Oluyordu kafamın içini sakinleştirebildiğim zamanlar, vallahi.. Ama şu son birkaç gündür içinde bulunduğum ve hayatımın büyük birer parçası olan karmakarışık hikayeler, birbirine girmiş mekânlar, bir yap-bozun parçasını eksiltir gibi alıp atmak istediğim mesafeler, duymak istemediğim haberler, bihaber olmak istemediğim kişiler, şüphesini dahi kazıyarak atmak istediğim teşhisler... birike birike doldurdu kafamın içini. Lakin hiçbirini yok ederek sıyrılmak ve kurtulmak istemiyorum. Hepsi bir çözüme kavuşsun, her bir karartı ağarsın istiyorum. İstemekle kalmıyor, böyle olması için çaba sarf ediyorum. Her çaba güç kaybettiriyor; duyulan her güzel sözcük, her umut güç katıyor, işitilen her solgun ses güç kaybettiriyor...ve bu böylesi bir döngü hâlinde sürüp gidiyor.
Dinlenmek asla başaramadığım bir eylem (yahut bir eylemsizlik hâli) galiba.. Ne bedenimi ne ruhumu dinlendirebiliyorum ne de insanlar beni dinliyor. Ben bir türlü dinlenemiyorum. Konuşmakta asla sıkıntı çekmediğim zannedilir. Bir açıdan doğru..hatta birçok açıdan. Lakin mesele kendimi, kendi içimi sesimle sözcükleri bir edip dışarı dökmeye gelince dağarcığım öyle bir düşman oluyor ki bana..kahrolası. Onca çabadan sonra kendime dahi yabancılaşıp ne kadar saçmaladığımın farkına varıp-aslında her ân farkında olup da önleyemeyip dilimi ısırıp susuveriyorum. Ardından söylediklerime cevaben konuşmaya başlıyor insanlar.. Öyle alâkasız geliyor ki söyledikleri benim anlatmak istediğim dertle.. Sonra yine lanet ediyorum anlatmak istediklerimle anlattıklarım arasındaki uçuruma. Düşüncelerimi yumuşatıp insanların asla duymak istemeyeceği boyutlarından kurtarayım derken kendimden uzaklaştırıyorum. Yetenek işi.. (Böyle uç yeteneksizlikleri yetenek olarak değerlendirişim de kör olsun. Kör olsun da görmesin beni.)
İnsan yeni bir hayata böyle alelacele başlar mı yahu? Daha yeni bir hayata başlamamışken eskisinin hasretini taşır mı üzerinde? Eski hayatından uzak kılınıp yenisine gün sayarsa..tabii. 
Garip kadınım vesselam.
Öyle vallahi..
Normal algısının dışında olmaya  "eheh!" bir gülüşle sevinmişimdir hep, çocuk gibi.
Sonrası da sarhoş balıkla topal martının hikâyesi işte, bilirsiniz. Hani şu bir tekir kedinin peşinden yollara düşmekle başlayan...
Sıyırdığımı, başka bir deyişle-ki bu deyişi her zaman sevmişimdir- tırlattığımı düşünüyorsunuz. Ha ha! Düşünün bakalım..
Ben daha ne hikâyeler biliyorum.
Biliyorum da anlatmıyorum.
Çünkü ne vakit anlatmaya başlasam, "Hadi oradan!" diyorsunuz, "Hadi oradan, Ezgi!".
Evet, buradan.
Hadi buyrun bir de buradan!
Yok, vazgeçtim. Gelmeyin. Ben yalnız gideceğim. 
Gitmeden son bir şey söyleyeceğim:
Nazende.