5 Ekim 2014 Pazar

Akşamüstünün yitik bestesi


Güzel cumaların ertesinde açar
Evimin penceresindeki beyaz..
Derdimin kıyısında bir kadın
Oturmuş karşımda biraz..

Sen beni korkak mı sandın?
hah!
Ben sadece inanacaktım.
Sevdiğim maviliklerin
Limanına sığınacaktım.

Ahlat ağacını görür
Âhlar ağacını bilirdim.
Şimdiyse
Kavak ağacının gölgesine uzanmış
Bir aylak gibi düşte ve yorgun
Düşlediğim kentin ortasında
Kendimi kendime sordum
Bir zamanlar...uzak ihtimaller
Üstüme sinmiş yalnızlığım
Kâh oynadı kâh yanımda durdu
Zaman sustu, döküldü sesler..,

Melis & Ezgi
 (Yitik bestenin yitik melodisi: Melis&Ezgi)

16 Eylül 2014 Salı

Şahsi..Aman canım, şahıs da ben. Pişt, n'aber?

Merhaba, saat 02.34.. Olur da gözünüz ilişir diye buraya birkaç cümle bırakacağım ben yine..belki bu sefer daha "şahsi"..
Şahıs: ben.
Kendime nefes alma boşlukları yaratmaya çalıştıkça bocalıyorum. Sonra nefes darlığı daha da daralıyor.
...

Böyle bir karamsarlıkta idim. Çok değil yalnızca 24 saatten biraz fazlası..
Ee, ne mi yaptım?

Ha ha!
Kırdım
Döktüm
Yıktım
Tüm enkazı elimle sıyırıp attım
silgi tozlarını defterden yere saçarcasına umarsız bir tavırla hem de
sanki o enkaz ben değilmişim gibi
Sanki yere saçılan her bir parça bende iz bırakmamış gibi

Sonra karanlık bir boşluk
Bir süre
Ben karanlıktan pek haz etmem bilesiniz
Sonradan sonrası şimdi
Şimdi geride kalan bir virane değil
Olanı değerlendirirsek belki şaheser yaratırız ha, ne dersin?
Yo yo
Virane değil
Değil
Değil belki
Ama hasarlar da var, küçümseyemezsiniz küçük hanım
(Küçük hanımı üstünüze alınmayınız, içime sesleniyorum..zaten ben genelde içime sesleniyorum.)
Her neyse
...
Hayallerini gerçekleştiriyor olmak çok güzel
Fakat..
şu kaba laflarınız fazlaca cinsiyetçi olmasaydı baylar, onları mesafelere sövmek için kullabilirdim tam da bu kısımda..
Ne diyeyim
Mesafeler bok yesin.
Bazen "ulan benim ne işim var burada onlar oradayken?!" dediğim doğrudur. Evet 'ulan' diyorum. Severim o nidayı. Hatta bazen "özlemek dünyanın en nalet hissi, bok mu var ayrılacak?!" da diyorum. "Bok, nalet" bunlar benim kullandığım sözcükler, evet. Diyorum böyle, diyorum da asla geri adım atmıyorum, atmam da biliyorum. Zaten bir çift yeşil göz var, hatırlatıyor bana neden burada olduğumu, hayallerimi..varlığıyla hatırlatabiliyor, canım benim. Ama bazen diyorum işte. Tutamıyorum diyorum bazen.
Şşt size bir sır vereyim mi?
Sana ya da? Sadece sana.. Belki de tek bir okuyucum var aslında ve o öyle çok seviyor ki beni, defalarca girip okuyor yazılarımı..bu yüzden de görüntülenme sayısı artıyor yazılarımın, canım okuyucum.
Ne diyordum, sana bir sır vereyim mi?
İnsan bir cümleye içini çekip de "Bazen.." diye başlıyorsa o zaman zarfı hiç de "nadir" vakitleri ifade etmiyordur, bilesin. Nefes nefese kalmak gibi, sık, derin. Ha, az önce kurduğum "bazen"li cümleleri demiyorum canım tabii, hıh, sen de..
Saat 02.55.. Hâlâ ilişiyor mu gözlerin yazıya sevgili okur?
Şu saatte, sen uyurken, ben sana bir şeyler anlatıyorum. Herkes susmuş ama ben konuşuyorum. Hahay! Çok zevkli, sen de yap bir vakit..belki ben de uyurum o zaman. Bu tatlı bir yalnızlık. Öyle eylemlerde herkes sustuktan sonra sloganı tek başına son kez tekrarlamak rezilliği gibi düşünme bunu, bir tiyatro sahnesinde son repliğin sana ait olması gibi..
Öyle çok laf kalabalığı yapıyorum ki ne anlattığımı unutuyorsun değil mi? Boşver, anımsaman gereken şeyler anlatmıyorum zaten, dedim ya tamamen şahsi.. şahıs da ben. Heh!
Beni seven insanlar da var, okuyup acaba iyi miyim diye düşünebilirler, tamamen sevgiden (bunu çok seviyorum). Genel kalıplara göre iyi olmayabilirim fakat unutma "can" ben hiçbir zaman genel kalıplara göre olmadım. Hatta genel kalıplara göre iyi olduğum anlar varsa onları hatırlamıyor ve sevmiyorum da.. Kalıpların dışında olmak güzel. Değişik hâller barındırmak güzel. Ayrıca en deli sensin, anlarsın. Benimle yaşamak zor, ben olmak zor..tıpkı seninle yaşamanın ve sen olmanın zorluğu gibi. Hem biliyor musun, beni seven insanlar olarak seni anons etmem ve tüm çoğulluğa rağmen tek kastımın sen olması çok tatlı.. Bence bununla yetinebiliriz. Sonra belki sen de dinlenir, yorgunluğundan arınır bana yazarsın. Bakma, biliyorum hep aklında olduğumu, demeseydin de hep aklımda olmandan biliyordum. A, aklıma "gök&melodi" metaforu geldi, duruyor mu o pembe kağıt?
...
Son birine seslenip gidiyorum sevgili okur..saat 03.06.
Melis! Sana yalnızca seslensem dahi anlarsın diye korkuyorum, dur anlama ben sana öyle çok şey söylemek istiyorum ki..ama burada beceremeyeceğim galiba..
Galata'dan iki liraya alığım el kadar deftere yazacağım burada beceremeyeceklerimi..(arkadaşlık anlayışıma göre ucuza aldığım için benimle gurur duyuyorsun)
E, seslenmişken
naber?

Tamam okurum tamam..
Düzenlemeyi de yaptım, saat 03.16..
Kaçma vakti..
Uyku da bir kaçıştır değil mi Şakül?
Aa, Şakül! Hoş geldin..

8 Eylül 2014 Pazartesi

Ben bir "Belâ Çiçeği"..

Öteki zamanlardan farkı bulunmadığından zikretmenin de gerekli bulunmadığı bir zamanda, Ankara'da yerleşkem olmuş kafenin her zaman oturduğum masası, her zaman oturduğum koltuğunda, sırtımda ben olmadığım vakitlerde koltuğun kenarına iliştirilip beni bekleyen şal, önümde kupa çay, küllükte sönmüş tütün, hemen yanında mor renkli çakmak, elimde kitap...oturuyorum. Etkisinde kalarak okuduğum tüm kitaplarda olduğu gibi, kuruttuğum çiçeği sayfaların arasına koyup kitabı kapatırken gözüme ilişmiş son cümleyi kafamın içinden tekrarlayıp duruyorum. Çantamdaki defterde taslak edinmeyi, bilgisayardaki word dosyasında da düzenlenmeyi bekleyen öykü düşüyor aklıma. Öykü karakterleri düşüyor bir bir sonra.. sonra bir son arıyorum yine onlara..bulamıyorum sonra..sonra da canım sıkılıyor.
Sonra..
Sonra ben kafamda karakterleri taşırken o geliyor, oturuyor karşıma. Yine son derece uyumlu giyinmiş. Bacak bacak üstüne attığında pantolonuyla ton farkı bile barındırmayan çoraplarını görüp uyuz oluyorum.  Konuşmuyor. Yine aynı konuyu açmasından korkuyorum. Tütüne uzatıyor elini, kağıdı eline alıp filtreyi dudağının kenarına iliştiriyor, ne eksik ne fazla miktarda tütün alıyor, muntazam sarıyor..her şeyi olduğu gibi onu da çok düzgün yapıyor. Yakıyor, derin bir nefes alıp sanki sesini sıgaradan aldığı nefeste bulmuş ve kaybedebilirmiş gibi hızla soruyor:
-Neden istemiyorsun?
Mevzu: evlilik. İlişkimizin başlarındaydık, o zamanların farklı yoğunluğuna kapılarak evlenme teklifi etmişti, daha doğrusu gelen teklifi ben böyle anlamlandırmıştım, reddetmiştim. 'Henüz' hazır olmadığımı düşünmüş olsa gerek, ses etmemişti. Üçüncü senemizi doldurduğumuz bu güz, avizesine ürkerek bakmaktan kendimi alamadığım bir restoranda pahalı bir şarap ve pahaya dökebilsen sistemin epey miktar elde edeceği müzikler eşliğinde evlenme teklifi etti. Reddettim. Konuşmadı..şimdi konuşuyor, sebebini soruyor işte.
-Şunu anlamıyorsun: ben seni değil; ben evlenmeyi reddettim o gün.
-Yine şu karakter farklılıklarımız ve bunun çatışması.. Yine "Ben böyleyim, yapamıyorsan, yapamıyorsak..."ların.. değil mi?
Bu şehirde tanıdığım ilk insandı. İstanbul'un, orada geride bıraktıklarımın yorgunluğu sırtımda, bir gazetede çalışmaya başlamak için gelmiştim buraya.. Gökyüzünün gri, havanın yağmurlu, yerlerin çamurlu olduğu bir pazarteside, Ankara'daki ilk sabahımda tanışmıştık. Belki gözünü açıp onu görmek hissiydi.. zaman geçtikçe alışmıştık..birbirimize yani..git gide. "Biz" olmuştuk.  Ben ve o değil; biz. Bir "biz" vardı var oluşuyla benliklerimizi şaşırtan, hiçe sayan, yoran. Fakat bu var oluşa artık bir geçmiş zaman kipi yaraşıyor. Evet vardı, bir biz vardı. Fakat tükendi. Tükettim, tükendim, tükendi. Tüm bunları bu netliğiyle söylemek istiyorum ona. Göstermek istiyorum geçmişin yerini alan boşluğu..
-Yine beni ve yaşayışımı küçümseyen ukalâ cümlelerin.. dedim ve bardağımı alıp içeri gittim. Şilan'dan bir çay daha koymasını isteyip sordum: Sence de söylemeli miyim?
-Elbette.
Neyden bahsettiğimi bilmiyordu ama onaylarken kendinden çok emindi. Hem çay hem de cevap için teşekkür edip yerime doğru yürüdüm. Bir şeyler söylemeye hazırlanıyordu, konuşmasına izin vermedim:
-Aldattım seni, dedim.
Evet, aldatmıştım. Yine kavga edip ayrılığın eşiğine ayaklarımızı aşağı sallayarak oturduğumuz bir zamandı. Ona hiç benzemiyordu: dağınık ve uzun saçları, belki de üzerinden hiç çıkartmadığı spor bir gömleği vardı. Sabah ben giderken İzmir'de yaşadığını ve istersem ona ulaşmak için bana bir numara bırakacağını söylemişti, istememiştim.
-Anlamadım? dedi..
Anlattım. Anlamak istediğinden daha fazlasını.. Anlayabileceğinden daha fazlasını anlattım.
Elleri titreyerek çayını bitirip kalktı masadan, iki adım sonra geri dönüp
-Anlayamıyorum seni, dedi.
-Mesele de bu ya..boşver, vazgeç şu sahte anlamaya çalışmalarından, dedim. Biliyorum ki sen ve ben artık biz olamayız. Belki başka bir zamanda başka insanlar olarak yeniden karşılaşırız. Fakat o zamana kadar..
-O zamana kadar uzak dur benden, dedi.
Yine kalıplarına kapattı kendini. Gitti sonra.. Köşeyi dönene kadar baktım arkasından ve köşeyi dönene kadar o garip his terk etmedi içimi. Sonra masaya bozuklukları bırakıp aceleyle kalktım, öyküme yetiştirmem gereken bir son vardı.

26 Ağustos 2014 Salı

Büyü

Bugünlerde içim sıkıldıkça düşüyorum yollara.
Bazen küçük bir çocuğun ölümüne ağlar gibi atıyorum adımlarımı
Koşuyorum.Bir yere varmak için değil,koşmayı sevdiğim için.
Şişedeki balık,denizdeki dalga olmaya içerliyorum...Kıyıya ulaşanlar yok olup toprağa karıştıkça kendi mesafemi hesaplıyorum aklımdan.Aynı açık denizde aynı umarsızlıkla savruluyorum oradan oraya.Nereye gitsem mavi,mavi.Bu maviler hep yuttu bizi.
Kabullendikten sonra her şey mantıklı bir hâl alır aslında.Ararsın,kendini ararsın.Ararsın bir dost,dertleşecek bir ses,bir nefes ararsın.Bazen gözünün içinde kendini gördüğün insanı ararsın.
Kimi görüntüler uslu durmaz,aklının projeksiyon makinasında oynar durur.Günlerinin tüm matinelerini kapalı gişe yapar o görüntüler...
Büyü'dün.
Bunu fark etmek boğazına batan balık kılçığının acısı misali.O kadar rahatsız edici,o kadar küçük...
İstanbul'a gitmek kadar gidememek de güzel.
Ben de böyle avutuyorum kendimi..


16 Ağustos 2014 Cumartesi

Nazende

Bir hayat çiziyorum. Bir hayat yazıyorum. Bir hayat söylüyor, bir hayat okuyorum. İyelik ekini bu sözcüğe gönlümce iliştirmek istiyorum. Hayat benim olsun, benliği belli olsun, dilediğimce dillendireyim istiyorum. Benim hayatım, salt bir ömür olmasın, zamana anlam katsın, geçen zaman ona sevinç, keder, acı, heyecan, korku... katsın, aman yaşamdan çalmasın istiyorum.
Gözümü tavana dikmiş yatarken bu düşünceler tümce tümce dizili kafamda, tam da bu düzeniyle. Tahminimce yarım saat oldu uyanalı.. Uyumak-uyanmak eylemlerinin ikisinden de epey uzak olduğum bir gece geçirmişken niçin böyle dedim, bilmiyorum. Ama son "uyku parçası"ndan sıyrılalı yarım saat olmuş olmalı, evet..
Son günlerde kafamın içi bir an bile boş kalmıyor. Oluyordu kafamın içini sakinleştirebildiğim zamanlar, vallahi.. Ama şu son birkaç gündür içinde bulunduğum ve hayatımın büyük birer parçası olan karmakarışık hikayeler, birbirine girmiş mekânlar, bir yap-bozun parçasını eksiltir gibi alıp atmak istediğim mesafeler, duymak istemediğim haberler, bihaber olmak istemediğim kişiler, şüphesini dahi kazıyarak atmak istediğim teşhisler... birike birike doldurdu kafamın içini. Lakin hiçbirini yok ederek sıyrılmak ve kurtulmak istemiyorum. Hepsi bir çözüme kavuşsun, her bir karartı ağarsın istiyorum. İstemekle kalmıyor, böyle olması için çaba sarf ediyorum. Her çaba güç kaybettiriyor; duyulan her güzel sözcük, her umut güç katıyor, işitilen her solgun ses güç kaybettiriyor...ve bu böylesi bir döngü hâlinde sürüp gidiyor.
Dinlenmek asla başaramadığım bir eylem (yahut bir eylemsizlik hâli) galiba.. Ne bedenimi ne ruhumu dinlendirebiliyorum ne de insanlar beni dinliyor. Ben bir türlü dinlenemiyorum. Konuşmakta asla sıkıntı çekmediğim zannedilir. Bir açıdan doğru..hatta birçok açıdan. Lakin mesele kendimi, kendi içimi sesimle sözcükleri bir edip dışarı dökmeye gelince dağarcığım öyle bir düşman oluyor ki bana..kahrolası. Onca çabadan sonra kendime dahi yabancılaşıp ne kadar saçmaladığımın farkına varıp-aslında her ân farkında olup da önleyemeyip dilimi ısırıp susuveriyorum. Ardından söylediklerime cevaben konuşmaya başlıyor insanlar.. Öyle alâkasız geliyor ki söyledikleri benim anlatmak istediğim dertle.. Sonra yine lanet ediyorum anlatmak istediklerimle anlattıklarım arasındaki uçuruma. Düşüncelerimi yumuşatıp insanların asla duymak istemeyeceği boyutlarından kurtarayım derken kendimden uzaklaştırıyorum. Yetenek işi.. (Böyle uç yeteneksizlikleri yetenek olarak değerlendirişim de kör olsun. Kör olsun da görmesin beni.)
İnsan yeni bir hayata böyle alelacele başlar mı yahu? Daha yeni bir hayata başlamamışken eskisinin hasretini taşır mı üzerinde? Eski hayatından uzak kılınıp yenisine gün sayarsa..tabii. 
Garip kadınım vesselam.
Öyle vallahi..
Normal algısının dışında olmaya  "eheh!" bir gülüşle sevinmişimdir hep, çocuk gibi.
Sonrası da sarhoş balıkla topal martının hikâyesi işte, bilirsiniz. Hani şu bir tekir kedinin peşinden yollara düşmekle başlayan...
Sıyırdığımı, başka bir deyişle-ki bu deyişi her zaman sevmişimdir- tırlattığımı düşünüyorsunuz. Ha ha! Düşünün bakalım..
Ben daha ne hikâyeler biliyorum.
Biliyorum da anlatmıyorum.
Çünkü ne vakit anlatmaya başlasam, "Hadi oradan!" diyorsunuz, "Hadi oradan, Ezgi!".
Evet, buradan.
Hadi buyrun bir de buradan!
Yok, vazgeçtim. Gelmeyin. Ben yalnız gideceğim. 
Gitmeden son bir şey söyleyeceğim:
Nazende.

28 Haziran 2014 Cumartesi

Sessiz Tango

Garip.
Vallahi garip..
Hayattan bahsediyorum. Hayat üzerine bahisler açmak için hâlâ çok acemiyim, biliyorum. Bu acemilik hiç dinmeyecek, bunu da biliyorum.

Sakinledim ben, beklenmedik bir biçimde.
Evden çıkıp kapıyı kilitlerken bunu düşünüyorum. Önceden daha heyecanlı, bazen fevri bile sayılabilecek tavırlara sahip bir kadındım.. Şimdi öyle değil, hareketlerim bile daha sakin. Anahtarı çantama koyup güneş gözlüğümü çıkartırken sergilediğim sakin tavır gibi.. Yoruldum. Sakinleşmenin sebebi bu sanırım. Geride bıraktığım şu dönemin bana etkisi bu olsa gerek.

Ah, hava çok sıcak!

Yine kafamın içinde o kadar ses var ki içeriden kulağıma çarpan tüm sözcükler anlamsızca oradan oraya esiyormuş gibi geliyor. Tüm bu sesleri bastırsın diye Zeki Müren'i çağırıyorum kulaklığıma.. Kendimi susturmakta üstüme yoktur.

"Melih'in metrosu" yaftasından kurtulamayacağını düşündüğüm metroya biniyorum, her şeyin teknolojiyle halledilip insanların iletişimlerinin yavaş yavaş tükenir hâle gelişine öfkelenerek.. Metro biletlerini gişeden değil de, kırışan kağıt parayı kabul etmeyecek kadar huysuz bir makineden alır olmuşuz. On sekizinde bir eski kafalıyım, evet.
Metronun estirdiği soğuk rüzgâr etkisiyle çizgifilmlerdeki gibi buz tutup kalcağım bir gün olduğum yerde.

"Solcu türküleri"yle sevdiğim, Hasan Abi'nin çayı getirirken dibine dökmekten asla vazgeçmediği kafe.. Kitabımı çıkartıyorum, Melis gelince kalkıp provaya gideceğiz, o vakte kadar okuyabilirim, bir saatim var.

İşte gidiyorum çeşm-i siyahım..
Rızasız bahçanın gülü derilmez..
Kanadım değdi sevdaya..
Aman da kızlar ne zor imiş burçak yolması..
Yanıyorum hele!

Çalışmamız bitip de stüdyodan çıkarken yorgunluğumu bastırıyor keyif aldığın şeyle uğraşmak güzelliği.. Kollarım ağrıyor perküsyon yapmaktan, siz biliyor musunuz "Oi Oi Mupare"nin perküsyonunu tek başına üstlenmek ne demek?

Aylak Yaşam'a gidiyoruz Melis'le.. Memnunuz ikimiz de bugünkü çalışmadan, yemek ve şarapla ödüllendiriyoruz kendimizi..
Seviyorum bu kadını, Melis'i yani.. Şarabı daha bir..

Ne kadar dağınık yazıyorum yine.. Ne zaman, ne konuda derli toplu olabildim ki zaten? Çok konuşuyorum bir de.. Bır bır bır.. Anlamlı/anlamsız sözcükleri yan yana sıralıyorum, sonra bir de utanmadan yazı diyorum buna.. Yazın sözcüğü edebiyatla eş anlamlı ise yazı sözcüğünün de mutlaka edebiyatla bir bağlantısı olması gerektiğini bildiğim hâlde..
Edepsizim, edepsiz.

Sema Moritz dinlemişsinizdir daha evvel değil mi?
Hadi dinleyelim.
Sessiz Tango'yla başlayın.
Hayde!

31 Mayıs 2014 Cumartesi

Ayrılık,yaman ayrılık...

Kadın,hayatla arasında bir perde olan korkuyu kornişlerinden söküp attı yüreğinden.gitmeye hazırlanıyor şimdi,hoşça kalın anne baba.hayır,üzülmüyorum.gözüme çöp de kaçmadı.basbayağı ağlıyorum.bu ilginç değil,o yüzden anlamsız bakışlarınıza aldırmıyorum
sorumsuz çocuğun başka bi şehirde sorumluluk sınavları verecek
ve o sen inanmasan da mutlu olacak
senin radarından çıkacak,vapurlara binecek
martılara gülüp,bulutları izleyecek
-martıları hep komik bulmuştur-



Hayatımdaki naçizane bi' kadın demişti bunu;yaşamadan,görmeden,deneyimlemeden yazmak eksik kalıyor diye.
Ama
Sait Faik'in dediği gibi ben de
yazmasam deli olacaktım.




24 Mayıs 2014 Cumartesi

ben


“Kimi zaman her şeyden tiksiniyorsun, her şeyi olduğu gibi bırakmak ve kaçıp gitmek istiyorsun uzaklara. İnsanlar canını sıkıyor, sevgileriyle, sevgisizlikleriyle seni boğuyorlar. Bozuk plak gibi kendisini yineleyip duruyor yaşam. Bütün bildiklerini unutmak ve yeniden başlamak istiyorsun yaşama. Ama ancak peri masallarında olur bu, sen ise kendi kabusunun içine hapsolmuşsun. Bu göğsü yırtmaya bir bıçak gerek, büyük bir bıçak, keskin bir bıçak, ipekten bir kılıç.”

6 Mayıs 2014 Salı

Hayal olan gerçeklikler ve domatesler

Neler buldum,ne kaybettim? Bu seneyi yaşayan insanların kendilerine sorması gereken naçizane bir soru.
Bence,yitip giden zaman dışında hiçbir şey kaybetmiş sayılmam.
bu da benim cevabım.
Domates neden diyecek olursanız:canım ekşi domates çekti.
Umarım sizin de canınız çekmiştir ve hislerimiz karşılıklıdır.
İyi akşamlar diler,ömrünüzün on beş saniyesini çalmış olmaktan tuhaf bir mutluluk duyarım.
Sizin kolunuzdaki saat hangi iklimi gösteriyor?

Us/lu

Kızarmış ekmekler gibi kızgınım hayata
Soba kenarına çömelip ısınmak istiyorum ben yalnızca
Tek beklentim hayatımın kaynadıktan sonra taşıp,
Ocağımın ateşini söndürmemesi...
Cesaretimin esareti doğurmaması
Doğuran insanların aşağılanmaması
Ataerkillerin at olup bu dünyadan göçmesi
Bir şeyler duyumsamak,yapboz yapmak belki,
Vapura binip Karşıyaka'da çay içmek gibi.

Televizyon mu Vizyontele mi bize gerek,
Kaldırmalı üstüne en dantelinden örtüler örterek..
İkinci Yeni okumasan mı bana hı?
Çay  demleriz semaverinde martıların
Şekersiz içeriz kaşığa hacet yok,sen otur yanıma
Aç şu perdeleri pencereyi de arala.

Gel seninle toprağında çiçek açan memleketlerden konuşalım,
İçimde açan çiçekleri sonra da konuşuruz.
Eğer halıma çay dökmeye devam etmezsen,pek çok şeyden konuşmaya devam edebiliriz(!)
Yüreğinden bir bez çıkar da sil şu hayatımdaki lekeleri teker teker,
Domestos tavsiye ederim.


31 Mart 2014 Pazartesi

Göz sanrıları






İnsanlar,durumlar;anlayışsızlıklar...
Zorlu süreçler,başlangıçlar;panikler ve korkular...
Bu cümleleri kurarken yaptığım noktalama yanlışları ve bu yanlışları kimsenin umursamıyor oluşu...
Benliğinin kimsenin ilgisini çekmeyişi ve kimsenin özünün senin özüne uymayışı.
Farklılık arayışları ve her seferinde bocalayışlar.
İkindi vakti kendine acıyış ağlamaları veya ağlayış acıklamaları,iç gıcıklanışları,bir dilencinin söylediği cümlenin müzikalitesi,Türkiye'deki müzikolog eksikliği...İçimizdeki eksiklikler,kalbimizin buz tutmuşlukları ve eriyik duygular.
Bir duyarsızlaşma,bir boşvermişlik;üç maymunun üç büyük ejderha olup toplumu yakıp kül edişleri..Tüm bunların bir göz kırpışlık zamanda gerçekleşmiş olması...

İşte göz kuruluğumun sebebi.


29 Mart 2014 Cumartesi

O ses ne?

Hiiiiiiiiiiiii
Aaaaaaaaaaa
-küt-

Düştüm.
Epey yüksekten hem de.. Üstümü başımı silkiyorum, toz filan yok.
"Neredeyim?"
der demez bütün harfleri, noktalaması, imlasıyla siliniveriyor aklımdan cümle.
Gerek yokmuş gibi.
Gerek yok çünkü.
Gerekli görünen tek şey ağlamak. Ama öyle böyle değil.
Ne biçim ağlamak!
İçimi dışarıya bütünüyle dökmek,
atmak
hatta daha kaba bir tabiri varsa onu yapmak işte.
 Sanırım buraya da ağlayabilmek için düştüm.
Çünkü farkında mısınız bilmem,
dünyada ağlanacak çok az yer var.
Bi' düşünün.
"Bilmemnenin omzu..."filan gibi bir romantizme girip saçmalamayın.
Ağlanmaz omuzda.
Omuzda susulur, 
sakinleşilir en fazla.
Ama ağlanmaz.
Hâlâ aksini iddia ediyorsanız aynı "ağlamak"tan bahsetmiyoruz.
O zaman yazının bu kısmında terk edebilirsiniz.

Daha edinemediğim okurumun bir bölümünü yazının burasında kovalamış olduğuma göre..
devam edebilirim.

Ben düştüm buraya ağlamak için.
Düştüm buraya kahkahalar dolusu kahkaha atabilmek için.
Buraya düştüm bağıra çağıra kendimle konuşabilmek için.
Düştü isem ben buraya topunuzun bakışlarından kaçabilmek için.
Düştüm bir Can Yücel şiiri kadar özgür olabilmek için.
Düştüm Pir Sultan'a ses olan kadının türküsündeki "Aahh, aman yalandan da yüzüme gülen.."
bölümündeki sesinin içimde dokunduğu yeri sizin içinizde bulamadığım için.
Düştüm, kısa cümlelerden yoksun olduğum hâlde kısa cümleler kurmaya mahkûm edildiğim için.
Ben düştüm.
Yalınlık için.
Yalnızlıktır aslında tabirin doğrusu ama siz yalnızlık kelimesinden yanlış şeyler anlıyor, 
ona kendini suçlu hissettiriyorsunuz.
Yine yanlış yapıyorsunuz.
Oysa yalnızlık yalınlığı ifade eder, 
ünlü düşmesinden size ne?

Şimdi düştüğüm bu yerin farkına varmamanızı,
burayı keşfetmemenizi diliyorum.
Ellerinizi sürmeyin yavaş yavaş aydınlattığım bu karanlığa.
Şiir aydınlatıyor bu karanlığı..
Cebir, Rahmet, Roxanne, Lacivert, Figan
filan.
Şarkılar aydınlatıyor bu karanlığı.
Türküler ışıtıyor.
Kadının sesindeki her nağme bir noktasından öbürüne dalgalar hâlinde ışık veriyor.
 Bizim ışıttığımız karanlığımıza dokunmayın.

Düştüm.
Ağladım.
Güldüm.
Bağırdım.
Konuştum.
Türkü söyledim.
Sevdim..

"insan insan derler idi
insan nedir şimdi bildim
can can deyü söylerlerdi
ben can nedir şimdi bildim

kendünüzde buldu bulan
bulmadı taşrada kalan
canların kalbinde olan
inanç nedir şimdi bildim

muhyiddin eder hâk kadir
görünür her şeyde hâzir
ayan nedir pinhan nedir
nişan nedir şimdi bildim"
Muhyiddin Abdal

O ses ne?

9 Mart 2014 Pazar

Kahreeetsiiiiin yapaaamıyoruuuum seniii sevmeyiii ağııır ödüyoruuum!

Başlık garip gelmiş olabilir ama Yıldız'ın şarkının o kısmındaki haykırışı içimde bir yerleri öyle bir çiziyor ki, yazının en afilli yerine iliştirdim ben de.
Akşamüstümelodileri'ne yakın zamanda bir yazı sözü verip (ve bunun için kendime vakit dileyip) bunu da buraya bırakıp kaçıyorum. Ben bir şarkı paylaştım ama, siz bir nimet olan "karışık çal" seçeneğine tıklayıp kendinizi Yıldız'ın sesine bırakın bence, tavsiyemdir..

26 Ocak 2014 Pazar

yazının başı bi' yanda sonu bi' yanda. ben öbür yanda.

Kaygı.. Vallahi kaygı, hep beni yiyip bitiren. (Bir itiraf: Şu soldaki cümlenin içinde bulunan zamir ben değil de biz idi, dedim Ezgi, yine mi? yine mi sığınıyorsun çoğullukların ardına? hayır dedi Ezgi.)
Huy mudur bilmem, emin oldukça güvende hissediyorum ya, kaygı duymak tüketiyor beni. Oysa, anlatsanıza bana, desenize neyin garantisi var Ezgi şu hayatta?

İmla

boşverdim onu da
yok noktadan başka
yok virgül
yok büyük harf
büyük değil hiçbiri ötekinden
eşitlik
kardeşlik
abisiz ablasız
yaşıtız

bak
kafam çok karışık
ya da hep böyle oluyor.
ne vakit bir şeyler yazmaya çalışsam
hele de uzun bir ara sonrası ise
ne varsa kafamın içinde
ne kadar cümle ne kadar sözcük ne kadar hece
dökülüveriyor
söz dinlemezce

bir itiraf daha
aslında hiçbir şey ters gitmiyor
ters olan benim
tek bir yöne akış hâlinde olan cisimler düşünün
cisimler hayatlar vakitler insanlar
sonra bir de zıttına bir ok çizin
ben
benim hayatımda yani
benim hayatımda belli bir yöne akıyorken her şey
zıttında direten ben
insan kendine terslik yaratır mı demeyin
yaratıyor işte
ben

ne çok ben dedim
rahatsız etti gözümü kulağımı
alışkın değilim

sonuç olarak ezgi
kendini rahat bırakırsan sevineceğim

vinçumahkakaçahasotsinierasadeybiyehnalattasairsdoludaymohkhöhkastinadogdillinaalurtsahiliera
daymohk

neyse ki kimileri ses ediyor kimileri elini uzatıyor da fark ediyorum gene ters yönde olduğumu
sağ olasın annem
sağ olasın teyzem
sağ olasın ablam
sağ olasın melisim
sağ olasın feryal ablam
sağ olasın şarkı türkü söylemek

şş
bi şey diyim mi
bakma efkârlı hâllerime
seneye istanbul'da olacak olma fikri karnıma ağrılar girmesine sebep olacak kadar heyecanlandırıp mutlu ediyor beni.
yeni bi hayat başlayacak benim için
eskinin tortusunu atıyorum bu sene üzerimden
feryal abla demişti ya: liseli gibi değilsin hiç, anlamışsın bi şeyleri bizlere kıyasla daha erken, ben senin yaşındayken ne saftım (utanıp yok canım diyor bir yandan da gülüyorum) yok gülme valla bak, sende kafa sağlam, canım benim.
evet diyor, canım da diyor sonunda
ne kendini beğenmişçe oldu bunu buraya yazmak
bakmayın utanıyorum o her söylediğinde
benim asıl demek istediğim
biraz erken büyüdüm sanırım sığamıyorum bu seneki hayatımın içine
ben şimdiden hazırım sanki gelecek seneye
ondan hep bu acelecilik
böyle
gene sıkışıverdi
anlamsızlaştı
karıştı cümleler

hadi biraz sakin

iki şarkı daha dinledim
sakinledim biliyor musun
bu kez başardım anlaşılan kendimle konuşmayı
şşt kendim
zannımca sabreyleyip de yazının bu kısmına gelen yoktur
madem muhabbetimiz koyu ve keyifli bu gece
gel çay demleyelim