1 Kasım 2013 Cuma

Astalık (h'si yok)

Yine oldu, oluyor bu, n'apalım ses edemiyoruz.
Annem okşuyor yine saçlarımı, kendimi küçücük bir kız çocuğu gibi hissediyorum ve bu beni rahatlatıyor..
"Ah be kızım, bu kadar düşünmesen n'olur? Ân geliyor yaramıyor insana böylesine insan olmak. Uzaklarda bir yerde küçücük bir çocuk ölmüş askerî mühimmat yüzünden; lanetleme hemen silahları, yanmasın hemen yüreğin, nafile çünkü. Koynuna aldığı kadının, karısının canına kıymış bir vahşi; kız, ama böyle köpürme hemen, düşünme bir kez olsun kadınları.. Adliye adaletsizlik saçmış bugün, geriye yüreğinde yangınıyla bir ana kalmış; kaptırma sen de kendini bu yangına, elini tutabilmek için o ananın, aranma şu karanlıkta, düşeceksin. Bak, olmuyor işte, o kadar güçlü değil senin yüreğin, çocuksun sen daha.."
"Yapma anne, bana bunları söyleme.. Elimde değil hem, kayıtsız kalamam. Elbet böyle yaşamayı öğreneceğim.
"Peki benim asi kızım.. Bak, gel huzurunu arayalım biraz:
Ferah bir bahçedesin, çok rahat nefes alıyorsun. Feryal var yanında (onum yanında hep çok huzurlusun ya, hep güler yüzünle dönüyorsun ya, yo yo kıskanmadım)
"Anne:) Güzel başlamıştık.."
":) şaka yapıyorum tamam, o türkü söylüyor, sen de def çalıp ona vokal oluyorsun (vokal yapıyorsun mu demeliydim?) .. Bak, çift sesin tonuna doğru giremedin; koskoca Feryal Öney bu kulağı rahatsız oluyor, fark ediyor hemen ama sana kızamıyor ki, gülümsüyor sadece.. Sen hemen anlayıp düzeltiyorsun zaten.."
"Annem ya:) Hayalde niye rezil ettin ki şimdi beni? Hem ben öğrendim artık çift sesi.."
"Tamam, laf yetiştirme hemen.. Bak, Mahzuni'den Sarhoş'u söylüyorsunuz beraber, kopma hayalden."
"Of, çok severim.. Gel Gizli Gizli'yi de söyleriz di mi anne?"

Nefes almayı unuttuğum, sonrasında da yalnız başıma beceremediğim dedemden miras ânlar.. "Ölmeseydin böyle olmayacaktım" gibi saçma bir sitem değil benimki elbette..
Ne zaman sakinleşebileceğim kendi kendime? Uykularımı haram eden daralmalar. Artık biliyorum böyle ölünmediğini ama yine de durulamıyorum bi' başıma..
Ne efkârlı yazı ama? :)
Beni şu ânımdan kurtaran iki güzel kadına minnetlerimi sunarım.

12 Ekim 2013 Cumartesi

Akşamüstü Melodilerinde Bir Bahçe

Bir bahçe.
Deniz kokan çiçekler.
Ferah kokusu.
Sessizlik...
Çevrenin sessizliği değil bu,
benim kendi sessizliğim.
Çünkü biliyorum bir yerlerde, gürültü yapan insanlar var..
Otomobiller var, kapanan kapılar, çalınan şarkılar, söylenen sözler var.
Ama ben hiçbirini duymuyorum.
İşte bu benim kendi sessizliğim.

Beyaz bir elbise var üzerimde, daha önce hiç giymediğim.
Çimler var, çiçekler var, ağaçlar..
Çok değil, sadece bir kuş var, mavi.
Hah bak işte orada!
Tam yukarıda..
Yo, biraz solda..
Bak uçuyor işte,
salına salına.

Buraya nasıl geldim?
Ne güzel bir yer burası..
Yalnızca gözlerimi kapattığımı hatırlıyorum.
İyi olmadığımı ve iyi olmayı dilediğimi..
"Başka Hayatların Türküsü"nü dinlediğimi anımsıyorum.
Şimdi uzaklardan fısıldayan ses Feryal Abla'nın mı?

Nasıl geldim ben buraya?
Nasıl etsem de hep burada kalsam..
Hiç açmasam gözlerimi,
başarır mıyım bir daha o yorucu kentler dünyasına dönmemeyi..
Gözlerini ebediyen kapatmak buna tekabül etmiyor o kentlerde.
O kentler çirkin.
Sen bilir misin o kentleri,
ey güzel bahçe?
O kentlerde insanlar var olabilmek için bedeller öder,
Hayaller kurar, hayaller yıkar bu kentler.
Hayallerini gerçek kılmayı başarmış olan şanslı bir azınlık vardır bu kentlerde.
Onlar bu kentlere meydan okumuş, zorlukların üstesinden gelmiş ve ulaşmışlardır istediklerine..
Yahut göze almışlardır hayalleri karşılığında bu kentlerin onlardan alacaklarını teslim etmeyi.
Her güzel şeyin bir sonu olduğu bu kentlerde yaşamak öyle zor ki bu kentleri biz insanların kurmuş olduğunu paylaşırsam seninle, beni istemezsin diye korkuyorum.
İnsanevladı bir kent kurar,
sonra bir kent daha.
Daha sonra sınırlar çizer bu kentlerin arasına..hiçbir fark yokken hem de aralarında.
İnsan bu kentleri böyle birbirinden ayıradursun,
Kardeşleriyle arasında ayrımlar belirleyedursun,
Birini diğerinden, kendini ötekilerden üstün hissededursun,
Bir aldıkça, bin isteyedursun,
Kurallar, yetkiler, hiyerarşiler yaratadursun,
Canlının canını sökedursun,
Hakkı olanı hak edenden önce alıp sonra "bahşededursun",
"Kime göre farklı, nesi farklı?" demeden farklı olanı öteleyedursun,
Suçlar ilân edip onlara cezalar, cezalılara "mapushaneler" inşaa ededursun,
Gerçek bir vicdana göre yanlış olabilecek hiçbir şeyi bu mapushanelere yanaştırmayadursun,
Yani kötü olanı hep bu yana çekedursun
işte böyle zor olmuş yaşamak..

N'oldu?
Niçin karardı gök?
Dur kızma bahçe, bana..
Peki, peki..
Sustum.
İçini kararttım öyle değil mi?
Anlatamadım da zaten.
Anlamadım ki anlatayım.
Ben bu bizim kentler dünyasının düzenini çözemedim be güzel bahçe..
Gel boşverelim.

Bak geldi mavi kuş,
Biraz küskün.
Her daim sarhoş..
O tepemde salındıkça sarhoş ediyor beni de..
Aydınlanıyor gök.
Siliniyor kafamın içinden tüm kentlerin adı, bir bir...
Hep burada kalabir miyim, bahçe?
Buraların kızı olsam ya ben..




23 Eylül 2013 Pazartesi

Süt Mısırı

İnsan hayatında belli bir zaman dilimi (ömrümüzün umuyoruz ki yalnızca bir senesi bu) bir sonraki zaman dilimine/lerine adanınca o dilim kendini kullanılmış hissediyor, bükülüyor boynu.
"İlerde sevmediği şeyleri yapmaya mahkûm olmamak için ömrünün bir senesinde sevmediği şeyleri yapmak" bu durumun açıklaması olsa gerek. Kusura kalma ömrümün bir senesi, tek gayem kendimi tüketmeden çabucak seni tüketmek, öyle denk gelmişsin , ister küs şansına, ister salla! Ama gel helalleşelim...

Formülleri soruya uyarlamaya çabalarken aşağıdaki seyyar satıcının ne sattığı sorusu takılıyor kafama..Ağzından tek bir sözcük çıkıyor, avaz avaz: "Tazee!" Sattığı şeyin taze olduğunu öğrendik, eyvallah. Ama hâlâ ne sattığı konusunda bir fikrim yok. Kafamı kaldırıp pencereden bakıyorum ama gür sesi uzaklardan geliyor, göremem.. "Simiiiit"i sıradan bulmuş olacak ki kendininkileri diğerlerinden ayırt edecek olan özelliği haykırıyor diye düşünüp geçiştiriyorum çünkü yarım saat içinde önümdeki testi bitirmeliyim..Halbuki o amcanın ne sattığı kosinüsün neye eşit olduğundan daha mühim benim için ama sistem bunu önemsemiyor..
Elbette teste dönemiyorum ve şimdiye dek bu yakınlarda duyduğum seyyar satıcıları anımsıyorum..
İki heceli "simit" sözcüğünün ilk hecesini yok sayarak yalnızca "Miiit" diye bağıranı..
ve sonra "Hurdaciiiii" amca.. Acaba gerçekten adını öyle mi biliyor yoksa kulağa öyle daha hoş geldiğini mi düşünüyor? Bir nokta için onu mu kıracağım, mühim değil..
Ahh bir de ne sattığını gerçekten hiç öğrenemediğim ve tüm dikkat kesilmelerime rağmen bağırışlarını her seferinde "Tekbiir!" diye anladığım satıcı..Tekbir diyor olamazsın değil mi? Bir de kimse cevaben "Allahuekber!" demediğine göre her seferinde aynı yanılsamayı yaşıyorum. De hele sen ne satarsın?
Favorimi sona sakladım: Ankara'ya geldiğim ilk günden beri sesini duyduğum, ya tiyatrocu ya da seyyar satıcı olmak için yaratıldığına inandığım (uçuk alternatifler belki, ama öyle..) güzel sesli adam..Onun kendine has bir tekerlemesi var:
Mısıır mısıır mısıııır! Haydi ama süt mısırıı!

Sen, ben, sokak böylesine renkli, algılarım böylesine açıkken bu senenin boktan geçeceğini iddia edenler yalan söylemekteler dostum.
Haydi ama,
Süt mısırı.

21 Eylül 2013 Cumartesi

kısacık karalama

Bir çift lafım olacak,size “uyar” uymaz;
Kısacık yoğun bir akşam
herkesin yüzünün bir anıya karıştığı
yoğun bir akşam  …
Kafasındaki düşünceler,etrafındaki insanları birer taklacı güvercin yapıp gökyüzüne salıveriyor;
düşüncelerini seviyor.
Bu kısacık yoğun akşamda yoğun düşünceleri hafifletiyor kafasındaki hayalleri,
Göğe çıkarıyor,gökte salınıyorlar
Tüm taklacılar
Ve pamuktan düşünceler,en yoğunundan.
Kısacık serin bir akşam
kelebeklerın atlarla yarıştığı
yoğun bir akşam
 bazı mektuplar damgalandı postanelerde
oturuldu birtakım şarkılar söylendi
bir adam bir kadının kapısını vurdu
kısacık bir akşam
Düşüncelerini aldı koltuğunun altına,bir köşeye oturdu.
Serin rüzgar yüzüne yüzüne esti,üşüdü.
En son kimden mektup almıştı? Düşündü.
Kısacık yoğun bir akşam
Şaşırdım hüznümü nerelere bıraksam
…düşündü,cevabını o da bilmiyordu.